Makaleler

Düşünme biçimimiz nasıl şekilleniyor?

Hans-Christoph Hobohm’un “Informationsverhalten” eserine yakın bir bakış

 

Artık saniyeler içinde bilgiye ulaşabiliyoruz. Peki o bilgiyle ne yapıyoruz? Gerçekten düşünüyor muyuz, yoksa sadece göz kaydırıp geçiyor muyuz? İşte Alman bilgi bilimci Hans-Christoph Hobohm’un Informationsverhalten (Bilgi Davranışı, De Gruyter 2024) adlı kitabı tam da bu sorulara odaklanıyor. Gündelik hayatımızda bilgiyle nasıl etkileşim kurduğumuzu anlaşılır ve çarpıcı bir şekilde anlatıyor.

Yazarın altını çizdiği temel soru şu: “İnsanlar bilgiye nasıl ulaşır, onu nasıl seçer ve nasıl yorumlar?” Soru cevaplanırken yalnızca klasik bilgi arama davranışlarına değil, bilgiyle kurulan zihinsel ve sosyal ilişkiler de ele alınıyor. Bu konular “bilgi, tutum/davranış ve bilgi davranışı” başlıklı üç bölümde detaylı biçimde işleniyor.

“Bilgi arama davranışı, bir düşünme biçimidir – neyi merak ettiğiniz, kimden bilgi aldığınız ve neye inanmayı tercih ettiğiniz, düşünme tarzınızı biçimlendirir.” tespiti oldukça çarpıcı. Yani bilgi, “dışarıdan alınan bir şey” olma yanında nasıl düşündüğümüzü de şekillendiren bir süreç. Google’da ne aradığımız, X’te kimi takip ettiğimiz ya da hangi başlığı tıklayıp okumadığımız bile, zamanla düşünce yapımızı etkileyebiliyor.

Düşünme yetisi sosyal medyada erimeye mi başladı?

Kitapta özellikle sosyal medya ve dijital platformların bilgi davranışı üzerindeki etkisi vurgulanıyor. Hobohm’a göre, bilgi bolluğu beraberinde bir ‘dikkat kıtlığı’ getiriyor. Oysa dikkat, bilginin algılanması açısından kritik bir rol oynar. Zira dikkatsizlik ve değişim körlüğü gibi algı bozuklukları baskın hale geldiğinde -medya endüstrisi aracılığıyla- genç kuşaklar ciddi düzeyde dikkat problemleriyle karşı karşıya kalmaktadır. Öyle ki artık öğrenciler kitap okumak, öğrenmeye kafa yormak istemiyor. Dijital aletlerin ne kadar ve nasıl okullarda kullanılacağı, öğrencilerdeki bilişsel ve sosyal bozuklukların artması karşısında ne tür pedagojik önlemlerin alınacağı günümüzün en önemli sorunları arasında.

Öte yandan yazar, Psikolog Georg Sammelt’in “dikkat (ilgi), varoluşsal olarak sosyal bir olgudur” sözüne atıfta bulunuyor. Sammelt, dikkati başkalarının takdiri ve kişinin kendi öz saygısı ile ilişkilendiriyor. Başkalarının takdiri -sadece küçük bir ilgi göstergesi olsa bile- olmadığında, kırgınlık ve eziklik ortaya çıkıyor; bu da insan için olumsuz sonuçlar doğurabiliyor.

Sosyal medya kullanıcılarının içerikler arasında hızla gezindiği bu çağda, bilgi tüketiliyor ama içselleştiril(e)miyor. Bu da uzun süreli belleği zayıflatıyor. “Kalıcı bilgi edinimi için tekrar ve derinlik gerekir. Sosyal medyada bilgi, ‘anı yaşamak’ üzerine kurulu. Ama öğrenmek, anı değil geleceği düşünmeyi gerektirir.”

Burada Hobohm’un eleştirisi sadece ‘çok fazla bilgi var’ argümanına dayanmaz. Asıl mesele, bilginin sürekli güncellendiği ve yer değiştirdiği dijital platformlarda beynimizin derinlemesine düşünmeye ayırdığı sürenin giderek azalması. Bu ortamlarda artık bilgiye çoğu zaman planlı olarak değil, rastlantısal şekilde ulaşılır. Dijital içerikler çoğunlukla dağınık, bağlamsız veya yüzeysel kullanılır. Dolayısıyla bilgiyle “rastgele karşılaşmalar” bilgiyi anlamsal belleğe derinlemesine yerleştirmeyi zorlaştırır. Çünkü bilgi, bağlamla bütünleşmeden ya da bilinçli şekilde işlenmeden geçici olarak çalışma belleğinde kalır ve hızla unutulur.

Bu durum, beynin yeni bilgileri mevcut şemalarla ilişkilendirerek kişisel deneyimlere ve olaylara dayalı bellek (episodik bellek) yoluyla depolamasını güçleştirir. İşte dijitalleşme, özellikle bu belleğin zayıflamasına neden olur ki böylece deneyime dayalı öğrenme gittikçe azalır; bilgi uzun süreli belleğe kodlanamadan geçici dikkat alanında kaybolur. Çünkü tekrar edilmeyen, paylaşılmayan ve sosyal bağlama yerleştirilmeyen bilginin bellekte tutulması kolay değildir.

Bu bilişsel değişimler, dijital gelişimin şu anki zirvesi sayılan yapay zekânın etkilerini inceleyen MIT Media Lab’in güncel bir bilimsel araştırmasıyla da ortaya çıktı. Araştırma, yapay zekâ araçlarının kullanımının derin bilişsel süreçleri nasıl etkilediğini ve bunun potansiyel olarak geniş kapsamlı olumsuz sonuçlar doğurabileceğini gösterdi. Araştırmacılar, örneğin ChatGPT’nin beyin aktivitesinde ölçülebilir değişikliklere yol açtığını kanıtladılar. İnsanların yapay zekâya sıklıkla başvurmaları halinde oluşan bir “bilişsel çarpıklıktan” söz edilmektedir.

Google ve TikTok çağında bilgiyle kurulan ilişki

Hobohm, teorik modeller yanında az da olsa gerçek hayattan örneklerle de yaklaşımını somutlaştırıyor. Gençlerin artık bir konu hakkında ilk bilgi kaynağı olarak kütüphaneleri değil, Google’ı ya da TikTok videolarını tercih ettiğine değiniyor:

“Genç kullanıcılar bir konuyu anlamak için ilk olarak arama motoruna değil, YouTube veya TikTok’a yöneliyor. Bu bilgiye erişimin kolaylaştığını ama aynı zamanda bilgiye eleştirel yaklaşımın da zayıfladığını gösteriyor.” Yani bilgiye ulaşmak çok kolay, ama onun güvenilirliğini sorgulamak veya doğru bilgiye ulaşmak çok daha zor hale geliyor. Sağlıklı bilgi miktarının artması verilen kararların kalitesini ne kadar yükseltiyorsa sosyal medyadaki bilgi bombardımanı da karar verme mekanizmasını o derece etkisiz hale getiriyor. Elbette burada işlenen bilgilerin kaynağı önemli (relevant) bir parametre olarak etkisini gösteriyor. Yani bilgi kaynağına güven konusu düşüncelerin şekillendirilmesinde belli ölçüde etkili oluyor. Örneğin bir düşünce ‘Relevanz’ını bir din, inanç veya ideolojiden alıyorsa ona ayrı bir önem ve değer veriliyor.

Hobohm, kitabın ilerleyen bölümlerinde bilgi davranışının sadece bireysel bir konu olmadığını sosyal epistemoloji açısından da ele alıyor. Buna göre sosyal çevremiz, hangi bilgiye ne kadar güvendiğimizde ve neye önem verdiğimizde başat rol oynuyor. Pandemi döneminde insanlar arasında yayılan yanlış bilgilerin, sosyal gruplar içinde nasıl meşrulaştığı buna tipik bir örnek olarak verilebilir. Bu bağlamda yazarın şu sözleri üzerinde düşünmeye değer:

“Su balıklar için neyse, kültür de insanlar için öyledir, yani kalıtsal olarak edinilmiş bir çevredir.”

“Bilgi, sosyal bir gerçekliktir. İnsanlar çoğu zaman doğru olduğunu düşündüğü için değil, grubuna aidiyet hissetmek için belli bilgiye sarılır.”

Birçok filozof gibi Ernst Cassirer’den de şöyle bir alıntı dikkat çekici: “Kavramlar, dilde sadece gerçekliğin soyut bir yansıması değildir; çevrenin algılarından yapılan bir seçme süreciyle ortaya çıkarlar.” Buradan bakınca bilgi davranışı, sadece bireyin değil, toplumun düşünsel sağlığını da yakından ilgilendiren bir konuya dönüşüyor. Nitekim kolektif alanda oluşan bilgi, değer, norm, rol veya kültür, insanı doğrudan etkiliyor.

Hobohm, bilgi çağında yaşarken neyi, neden ve nasıl öğrendiğimizi sorgulamak için güçlü bir başlangıç noktası sunuyor. Akademik derinliği olan kitabın dili yer yer teknik kavramlara boğulsa da örneklerle desteklendiği için rahat okunuyor. Kendi içinde bilgi davranışı üzerine geniş bir kavram ağının oluşturulması ve konunun bu kavramlar üzerinden analiz edilmesi de eserin ayrıcalıklı özelliklerinden sayılabilir. Algı, algı psikolojisi, anlama, bağlam, bellek, bilgi, bilgi değeri, bilgi merdiveni, bilgi teorileri, bilgi toplumu, biliş, dikkat, dil, düşünme, endişe, gerçek, iletişim, karar verme, malumat, sosyal epistemoloji, relevance gibi çok sayıda kavram örnek verilebilir.

Yazar, bilgi ile düşünce arasındaki derin ilişkiyi gözler önüne sererken, sosyal medya çağında bu bağın nasıl zayıfladığını da cesurca ortaya koyuyor. Özellikle dijital platformların uzun süreli belleği ve dikkat süremizi nasıl şekillendirdiğine dair yorumları günümüzdeki eğitim problemlerini anlama ve çözüm üretme açısından oldukça değerli. İçinde yaşadığımız zamanın tam ortasından konuşan 444 sayfalık bilimsel eserin yüzlerce literatürden oluşan kaynakçasına tam 43 sayfa ayrılması konunun incelendiği geniş yelpazeyi gösteriyor.

Başta eğitimciler ve medya okuryazarlığıyla ilgilenenlere, sosyal medyanın zihinsel etkilerini merak eden ebeveynler olmak üzere dijital çağda bilgiyle ilişkisini sorgulayan herkese tavsiye edilebilir.

 

Almancası için tıklayınız: https://islam-aktuell.de/wie-wird-unsere-denkweise-im-digitalen-zeitalter-gepraegt/

 

Letzte Aktualisierung: 28. Juli 2025
Zur Werkzeugleiste springen