Makaleler

Basılı medya ve kitapla birlikte dil de mi ölüyor?

Geçenlerde Hamm’daki Maximilian Park’ta ilginç bir resim sergisini ziyaret ettim. Şehrin yerel gazetesi Westfälischer Anzeiger’in üç foto muhabiri, yıllardır tuttukları görsel hafızayı bir araya getirmiş. Kareler, yalnızca geçmişin yüzlerini değil, şehrin ruhunu da günümüze taşıyordu. Kapatılan maden ocakları, bir zamanların ihtişamlı alışveriş merkezleri – Horten ve Kaufhof tabelaları – ve bugün hatırlarda yaşayan Angela Merkel ve Cem Özdemir gibi siyasetçilerin yaptığı ziyaretler…

Ama asıl çarpıcı olan, üç duvarı fotoğraflarla çevrili odanın ortasındaki ahşap tabut idi. Kapağı açık tabutun içinde üst üste yığılmış gazeteler ve bir kitap, başucunda bira yüksekçe bir kâse içinde iki akıllı telefon… Yorumuna gerek yok: Gazeteler, geçmişin ağırkanlı haber akışını simgeliyor; telefonlar günümüzün hızlı, baş döndürücü güncelliğini. Kitap ise, bütün bu hengâmenin ortasında sessiz bir yalnızlıkla bize bakıyordu.

Bu sahnenin karşısında ister istemez sınıfta yaşadıklarım geldi aklıma. Geçen öğrenim yılı sonunda Türkçe dersinde öğrencilerden tatilde mutlaka bir kitap okumalarını istemiştim. Herkes okuduğu kitabı tanıtacak, not olarak da değerlendirilecekti. Yeni yılın ilk dersinde, yirmi iki öğrenciden yalnızca biri kitap okuyarak -o da Muallim Naci’den kısa bir hikâye- karşımdaydı. Şaşırmalı mıydım? Belki hayır. Çünkü kitap okuma oranının hızla düştüğünü, sosyal medyanın, özellikle TikTok’un çocukların hayatını neredeyse kuşattığını zaten biliyoruz.

Sergideki tabut, bana sanki Gutenberg devriminin cenaze törenini hatırlattı. Matbaanın, gazetenin, kitabın ölümünü… Onların yerine geçen dijital araçların geçiş süreçlerinde elbette olumsuz etkileri olacaktır. Akıllı telefon neredeyse ekmek su kadar hayatımızın içine girdi. Tartışmasız birçok faydası da var. Ancak dengeli ve doğru kullanılmadığında sunduğu içeriklerle bağımlılık yapma ve bazı sosyopsikolojik problemleri de beraberinde getirme potansiyeli taşıyor. Sürekli güncellenen ekranlar gerçekten her zaman daha sağlıklı bir bilgi mi sunuyor, yoksa yalnızca dikkatimizi parçalayan, dopamin yani haz merkezimizde oluşturduğu bağımlılık ile bizi köleleştiren, dilimizi kısırlaştıran, zihin dünyamızı allak bullak eden baş döndürücü bir akış mı? Tüm bunlar, özellikle gençlerde dijital bilinç ve medya direncini güçlendirmeyi gerekli kılıyor.

Şimdiden birçok araştırma bilinçsizle kullanılan dijital medyanın olumsuz etkilerini ortaya koydu bile. Çoğu öğrencinin artık ‘okuma’ sözcüğünü duyduğunda bile yüzü buruşuyor; adeta kimyası bozuluyor. Dijitalleşme sürecinde basılı kitaplardan ve okumaktan hızla uzaklaşılıyor. Akıllı telefon ve tabletlerin kitabın yerini dolduracağı ise şüpheli. Araştırmalara göre sosyal medya ve yapay zekanın nörolojik, psikolojik, sosyal ve bilişsel açıdan açtığı zararlar küçümsenmeyecek boyutta. Aslında sadece olması gereken faydalı bilgi değil; hayata dair bir şeyi öğrenmek için sarf edilen zihinsel gayret de gittikçe kayboluyor. Daha da riskli olan şu: Öğrencilerin çoğu, bir TikTok videosunun sunduğu kolay haz ile bir kitabın istediği emek arasında yaptıkları tercihle, farkında olmadan kendi dillerini ve zihinlerini sessiz bir intihara sürüklüyor.

Burada en büyük kaybeden ise dil. Sosyal medyanın hızla akan görüntüleri, parçalı malumat kırıntılarıyla düşünceyi beslemez; dili de geliştirmez. Hele ki kimlik sorunlarıyla boğuşan öğrencilerin sosyal medyada rastladıkları her ideolojik veya dini söylemi sorgulamaksızın içselleştirmeleri, sadece dilin değil, zihnin de iflasıdır.

Böylesi bir süreçte ilk sorumluluk doğal olarak anne-babaya düşer. Çünkü dil, genellikle önce aile içinde, sonra okulda gelişir. Kitap okuma alışkanlığı, çocuğa verilecek en büyük miraslardan sayılabilir. Nitekim kitap okumadan dil gelişmez; dil gelişmeden düşünce kök salmaz; düşünce kök salmadan da psikolojik ve sosyal olgunluk yeşermez. Bugün gençlerde gördüğümüz çoğu sosyopsikolojik sorun, işte bu eksikliğin sonucudur, diyebiliriz.

Aileden sonra en önemli sorumluluk eğitim sisteminde. Almanya’da ilkokul öğrencilerinin yüzde on beş-yirmisinin doğru dürüst okuma ve yazma becerisine sahip olmaması, bize yalnızca pedagojik bir açığı değil, çağımızın sosyopsikolojik başat problemlerinden birini de gösteriyor. Dijitalleşmenin ve yapay zekânın toplumları kökten sarstığı bir dönemde, insanı insan yapan, onu reşit ve etik bir düzeye çıkaracak olan düşünme ve dil becerisini nasıl koruyacağız?

Belki de o tabutun içine gömülen, yalnız basılı gazete ve kitap değil; düşünme yetimizdir, dilimizdir. Önlem alınmadığı takdirde şimdi matbaanın, fazla değil üç kuşak sonra da dil ve düşünme yetimizin cenaze töreni kaçınılmaz olacaktır.

Her şeyin gözler ve görsellik üzerinden dışa dönük okunduğu -belki de sadece bakıldığı- günümüzde içsel dünyamızın ve hayatı taşıyan zeminin kaymaya başladığı söylenebilir. Şairin dediği gibi;

Yıkılan sarayımdan tek bir nakış kalmadı;
Dışa mıhlandı gözler, içe bakış kalmadı. (NFK)

Muhammet Mertek

 

 

Letzte Aktualisierung: 21. September 2025
Zur Werkzeugleiste springen