Makaleler

Görev Başında Hediye!

Yıllar önceydi. Okula Alman WDR kanalından İslam Dersi ile ilgili haber yapmak üzere üç kişilik bir ekip gelmişti. Almanca verilen bu dersin nasıl olduğu, neler öğretildiği, velilerin düşünceleri gibi hususları merak ediyorlardı. Masanın üzerindeki İslam üzerine olan bir kitap ekipten birinin dikkatini çekti. Eline aldı, biraz karıştırdıktan sonra satın almak istediğini söyledi. “Kendi çalışmam, hediyem olsun” dedimse de nafile. “Biz çalışırken hediye almayız!” diye çıkıştı bir de. Ücretini ödemede ısrarlıydı. Alttan aldığım girişimler havada kaldı.

Bir Ramazan ayıydı. Bu sefer meşhur bulvar gazetesi Bild adına iki muhabir geldi Dortmund’dan. Maksatları İslam Dersi’ne katılan öğrencilerin orucu nasıl yaşadıklarını ortaya koymaktı. Oruçluyken okulda herhangi bir zorluk yaşayıp yaşamadıkları, Alman arkadaşlarıyla nasıl geçindikleri üzerine öğrencilerle söyleşiler yaptılar. Ders esnasında ve dışarıda fotoğraflar çektiler. (Sonra geniş yer vererek olumlu bir haber yayınlandı.) Olacak buya, WDR’den gelenlerle yaşadığım tecrübeyi birebir onlarla da yaşadım! Muhabirin biri masanın üzerindeki Der Islam isimli kitabı almak istedi. Hediye ısrarımı bir türlü kabul ettiremedim. Duyduğum yine aynı cümleydi: “Görevdeyken hediye kabul etmiyoruz.” Almanların birçoğundaki böyle bir iş ahlakı veya etik tutum takdire şayan. Yeri gelmişken Almanya’da veliler tarafından öğretmenlere verilen hediyelerin de hoş karşılanmadığını, hatta istenmediğini hatırlatalım.

Şimdi bir değeri etik ve ilkesel olarak içselleştirip yaşamanın somut hali olan bu anlayışı/davranışı nereye koyacağız? Yok Hristiyanlıkta böyle, yok İncil’de şöyle gibi dini kimliklerini öne çıkaracak bir şey görmüyorsunuz. Bilmiyorum ama belki din ile bir alakaları da olmayabilir. Özele ait bir değeri zaten paylaşmazlar. Ya muhafazakâr mahalleden Müslümanlar? Evvela dini kimlik üzerinden kendilerine bir paye biçer, sonra da ilk fırsatta her şeyi dine getirip bağlarlar. Hem de bütün eziklik ve eksiklerini din vasıtasıyla giderircesine… Tablo şöyle dramatize edilebilir: Avrupalılar karşısında üstünlük kurduklarını sandıkları tek değer olan dinlerini muhafazakarların elinden alsalar, sanki sudan çıkmış balığa dönecekler! Türkler arasında muhafazakâr kesim olumlu anlamlar yükledikleri din ile yatıp kalkarken, diğerleri her olumsuzluğu dine yamamaya çalışıyor! Dini konuları bir şekilde dillerinden düşürmeyen acayip toplum kesimleri var. Hem modern dünyanın hem de kendi toplumlarının reel gerçekleri umurlarında bile değil! Yahu kendi değerlerinizle birlikte biraz demokrat, biraz hakperest, biraz hümanist, biraz çoğulcu, biraz liberal, biraz ilkeli olmak çok mu zor… Mecbur musunuz her fırsatta dini/etnik kimliğinizi nazara vermeye!

Bazıları Almanlara, Avrupalılara verip veriştiriyor durmadan. Tamam da “peki öyleyse niçin onların veya batılıların ürettiği her türlü teknolojiden sonuna kadar istifade edip, onları çılgınca kullanıyorsunuz?” diye sormazlar mı insana… Tabi iş, ahlak konusuna gelince mangalda kül bırakmıyorlar. Gelişmiş Batı toplumlarını her türlü ahlaki yozlaşmayla  etiketleyip sanki kendileri fazilet abidesiymiş gibi büyük laflar etmekten de geri durmuyorlar. “Madem öyle, pek yücelttiğiniz o ahlaki değerlerinizi evvela siz niye uygulamıyorsunuz?” sorusunu herkesin ıskaladığını zannediyorlar! Son bir asırdır züğürt tesellileriyle avunup durdukları yetmemiş anlaşılan. Bir de kurguladıkları sanal/ütopik bir gerçeklikte el aleme hamasetle üstünlük taslamaları yok mu, akıllara ziyan! Gerçi bir toplumun %39’u okuduğunu bile anlamaktan acizse… Hele hele hokkabazlığa, şarlatanlığa, yalana talana, çukurun dibi karakterlere bunca prim verdikten sonra… Aldatılmaya, ahmak yerine konulmaya gönülden teşne olduktan sonra… Başka düşmanı neylesin memleket!!

Derdim 40 yıldır içinde yaşadığım Alman halkının avukatlığına soyunmak değil elbette. Her şeye rağmen görev başındayken hediye almama gibi bir tutum, ister Protestan ahlakı deyin, isterse Aydınlanma, Hümanizma gibi felsefi akımlara ya da eğitim sistemine verin, belli bir etik bilinci yansıtmıyor mu?

“Günümüz Müslümanlarının ne kadarı hangi erdemleriyle onlardan ileri” sorusuna muhatap olsak, donakalırız herhalde! İstisnalar dışında muhafazakâr kimliğe sahip ustalara bir iş yaptırıp da ağzı yanmayan var mı? Çoğunda iş ahlakının esamisi dahi okunmaz. İnsani ilişkileri bile ilk homo sapiens çağından kalma mübareklerin. Zihinlerde etik ve hukuka dayalı bir zemin oluşturmadan problemlerin üstesinden gelmeyi düşünmekse beyhude çaba.

Galiba realite ile ütopya arasında gelip giden garip bir paradoks yaşıyor muhafazakâr mahalle. Ne doğru dürüst Avrupa’yı tanıyor ne de kendilerini. Tek becerdikleri, kendi kof gerçekliklerini duygusal, hamasi sözlerle yaldızlayarak günü kurtarmak. Daha düne kadar doğuyu “irfanın vatanı” diye niteleyenler vardı; gör ki ölesin!

Nihayetinde şaşkınız. Şaşkınlığımız yer yer istem dışı karamsarlığa dönüşmüyor da değil. Hem şaşkınlık hem de karamsarlıktan kurtulmanın bir yolu var aslında: Sağlıklı bir etik bilinç. (Markus Gabriel, “bilinç” kavramını “düşünce ve idrak süreçleri” olarak tanımlar.) Etik bilinç ve ahlaki değerler bireye inmeden toplum iflâh olmuyor çünkü. Asıl hüner bunları hayata taşıyabilmek! Bu da ancak etik değerlerin yoğrulduğu bir karakter eğitimiyle gerçekleştirilebilir; dindar ya da değil.

Tarihten anekdotlar bazen taşı gediğine koymaya yardımcı olur: Hazreti Ömer, hilafeti zamanında beldelerin ileri gelenlerine mektuplar yazıp çevredeki fakirlerin kendisine bildirilmesini ister. Onlara yardım edeceğini haber verir. Şam ve civarında bulunan fakirlerin listesi kendisine arz edilince, Hazreti Ömer listenin başında kadı olarak tayin ettiği Said bin Amir’in ismini görür. Sonraki sene yine listenin başında yine aynı ismi görünce, listeyi getirenlere “Bu benim hâkim olarak tayin ettiğim Said mi?” diye sorar. Onlar; “Evet, odur; hakikaten gayet fakirdir. Elinde avucunda olanı fakir fukaraya dağıtıyor, rüşvet olacağı korkusundan, bizim de en küçük bir hediyemizi kabul etmiyor.” derler.

Her nedense bahsi geçen iki Alman muhabirin etik tavrı bu kadıyı hatırlattı bana. “Vay be!” dedim içimden, nereden nereye…

Muhammet Mertek

Letzte Aktualisierung: 3. März 2024
Zur Werkzeugleiste springen