Köşe Yazıları

Abdera, Cumhuriyet ve Türkler

Alman Aydınlanması’nın öncülerinden Christoph Martin Wieland’ın hayat tecrübeleri ile hayal kırıklıklarını hiciv tarzında ele aldığı felsefi bir romandır “Abderalılar” (1781). Tarihte filozoflarıyla ünlü Abdera, Trakya’da Gümülcine yakınlarında, bugünkü Yunanistan’ın Avdhira kentinin bulunduğu yerdedir. Wieland, Antik Yunanın Abdera’sında Demokritos’un hemşehrilerinin deliliklerini çeşitli hikâyelerle anlatır. Bununla aslında bütün insanlığın aptallık ve gülünçlüklerini ortaya koymak ister.  

İronik üslubunu zirveye çıkardığı romanı hakkında şöyle der Wieland: “Almanya’da hiçbir şehir yoktur ki ‘Abderalılar’ okuyucu bulmamış olsun. Okunduğu yerde de benim anlattıklarımın orijinal örnekleri keşfedilmiştir.” İçinde yaşadığı toplumun acınası hali bundan daha güzel tasvir edilemezdi herhalde.

Wieland romanında bir tarihçi kimliğine bürünür ve Abderalılar’ın tarihini belgelere dayanarak yazar. Eserin ilk üç bölümünde boş inançların, ön yargıların, eleştirisiz düşüncelerin tutsağı dar ufuklu Abderalılar’ın karşıt kutbunda birer Yunan bilgesi yer alır: Demokritos, Hippokrates ve Euripides. Doğa bilimcisi Filozof Demokritos, akılcı ve aydınlanmacı dünya görüşüyle hemşehrilerini içine düştükleri saplantılardan, dar görüşlülükten kurtarmaya çabalar, fakat başarısız olur, çünkü ona ‘deli’ derler. Hekim Hippokrates, filozofu delilerin suçlamalarından zor kurtarır. Tiyatro yazarı Euripides ise Abderalılar’ın zevksizliğini ve sanata yabancılığını gözler önüne serer. “Eşeğin Gölgesi Davası” başlıklı dördüncü bölümde Abderalılar’ın partileşme, bölünme, düşman kamplara ayrılma konusundaki eğilimleri, devletin bu siyaset hırsı sonunda nasıl yıkıntının eşiğine sürüklendiği gösterilir. Abderalılar’ın dar kafalılık yüzünden nasıl yurtlarından oldukları son bölümde işlenir. Kurbağaların istilasına uğrayan Abdera, kurbağaların kutsal hayvan ilan edilmesi üzerine eli kolu bağlı kalan halk tarafından terk edilir. Abderalılar böylece bütün yeryüzüne dağılır. Belki bir kısmı da Anadolu’ya gelmiştir, kim bilir?

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yıl dönümünün kutlandığı bugün aklıma her nedense Wieland’ın bu Abdera’sı geldi. Eğer günümüz Türkiye’sinde yaşasaydı kitabının içeriğine dokunmadan sadece Abdera yerine Türkiye yazardı. O zamanki toplumun acınası halini neredeyse tıpa tıp yaşayan Türkler, Cumhuriyet’in yüzüncü yılında neyi kutladıklarının farkında bile değiller! İşin en ironik yanı ise aydınların, doktorların ve sanatçıların maruz kaldığı durum. Abderalılar, kendilerini uyarmaya/uyandırmaya çalışan bilim ve sanat insanlarına “deli” derken, günümüz Türkiye’sindekiler el yükselterek “terörist, hain” ilan ediyor! Bundan daha vahimi ne olsun!

Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılında toplumuyla birlikte düştüğü çukurda neredeyse romanda işlenen bütün konuların karşılığı var. KHK davalarını “eşeğin gölgesi davası” ile kıyaslayın, bu kadar benzerlikler karşısında hayrete düşersiniz. Hukukun rafa kaldırılmasının, toplumun „partileşme, bölünme, düşman kamplara ayrılmasının“ en somut örneğidir bu davalar.

Bir toplum düşünün ki hemen her kesimi kendi saplantısında debelenip duruyor. Bir bakın, daha yakından tanıyın, yüz yıl içinde toplumun veya devletin ürettiği insan niteliğine. İşte jakobenler, Kemalistler, ulusalcılar, milliyetçiler, muhafazakârlar, İslamcılar, sözde liberaller ve aydınlanmacılar! Evrensel değerlerden uzaklıkta, bağnazlıkta, şahıs kültünü parlatmada aralarında ne fark var dersiniz? İdeolojik saplantıların bulaşmadığı, onurlu bilim insanı ve sanatçıların bir kısmı ülkesini terk etmek zorunda kalıyor. Ne yapsınlar ki?

Türkiye Cumhuriyeti yüz yıl içinde en temel konularda bile konsensüs sağlayamayan, cehaletin tavan yaptığı bir toplum üretti. Bunun övüncünü mü kutlayacaksınız? Akıllara ziyan öylesine trajik olaylar yaşanıyor ki “Keşke şöyle olsaydı” diye başlayan, yanılgı ve dilek içerikli yüzlerce cümle kurabilirsiniz, ama neye yarar?!

Hiçbir şeyi yerli yerine oturtamamış bir toplumdan Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i yerli yerine koymaları beklenmez elbette. Nihayetinde tarihi ve dini anakronizm üzerinden okumaya alış(tırıl)mış, bir gram değişmeye niyeti olmayan bir toplumla karşı karşıyayız.

Neredeyse bütün toplum katmanları, kendisi Osmanlı vatandaşı olup modern Türkiye’yi kuran Atatürk’ü sevapları ve günahlarıyla tarihi bir kişilik olarak değerlendirme becerisinden yoksun. Yüzyıl öncesinin toplumsal şartlarıyla devşirilen devrimleri ve değerleri günümüze taşımaya çalışmak nasıl bir anlayıştır? İnsanlığın tecrübesi olarak çağdaş dünyanın ulaştığı evrensel değerlere kendini kapamanın mantığı nedir ki? En azından olayları ve tarihi kişilikleri “anakronik okuma” hastalığının kronikleşmesi değil midir?

Neyi kutluyorsunuz?

İnsani Gelişim Endeksi’ne göre ülkeyi yüzüncü yılında ilk sıralara taşıyamamışsınız!

Yüz yıl önce doğru bir kararla meşrutiyetten cumhuriyete geçme becerisi göstermişken şimdi ülkeyi elbirliğiyle tam bir kleptokrasiye dönüştürmüşsünüz!

Cumhuriyeti anlamlandıran çağdaş katılımcı/çoğulcu bir demokrasi kuramamışsınız!

Ulusalcı, milliyetçi naralardan başınızı kaldırıp yüz yılda çağdaş bir sosyal/hukuk devleti inşa edemediğiniz gibi var olanın da kıymetini bilememişsiniz! 

Toplumun “partileşme, bölünme, düşman kamplara ayrılma konusundaki eğilimlerinde” bin bir türlü hokkabazlıkla, manipülasyon ve propaganda yoluyla yozlaştırıldığından, “devletin bu siyaset hırsı sonunda nasıl yıkıntının eşiğine” sürüklendiğinden bile habersizsiniz!

AYM ve AİHM gibi mahkemelerin kararlarını hiçe sayan, dahası mafya yöntemleriyle işleyen, keyfiliğin hüküm sürdüğü bir sistem inşa etmişsiniz! 

Ülkeyi gençlerin bile yaşamak istemediği geleceği karartılan bir Abdera haline getirmişsiniz!

Bütün bunlardan sonra çağdaş demokrasi ve hukuktan arındırılmış bir “Cumhuriyet” fetişizmi ile neyi kutluyorsunuz acaba?

Keşke Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, yüz yıl gibi uzun bir süreçte katılımcı/çoğulcu demokrasi ile ayrı bir değer ve nitelik kazansaydı, kuvvetler ayrılığının işlediği gerçek bir hukuk devletine dönüşebilseydi, insanı/insan haklarını, bilimsel, demokratik, özgür ve eleştirel düşünmeyi merkeze alan bir eğitim sistemi yerleştirebilseydi, en az Batı Avrupa ülkelerindeki kadar adil gelir dağılımı ve özgürlüklerle yaşanabilir bir refah seviyesine ulaşabilseydi? Belki o zaman böyle bir Cumhuriyet’i sonuna kadar hem de yürekten hep birlikte kutlardık!

Bırakın Cumhuriyet’i şekillendirmeyi, hayat tecrübeleri ve hayal kırıklıkları penceresinden yaşadığı toplumu her yönüyle ustaca hicveden ve toplumun her kesiminde okunan  Wieland gibi aydınlar bile çıkaramamışsınız!

Her mahallesiyle kendi kurtarıcısını bekleyen, şahıs kültünü nirvanaya çıkaran, ırkçılığı ve ahlaksızlığı her yönüyle temsil eden, ama evrensel değerlere yüzünü çeviren topluluklar yüzüncü yılında Cumhuriyet’i kutluyor! Hayırlı olsun Abdera’nız!

Muhammet Mertek

 

Letzte Aktualisierung: 6. November 2023
Zur Werkzeugleiste springen