An düşer, başlar geçicilik;
hayat, ince kum taneleri gibi süzülür anlardan,
geçmişin hayali ile meçhul arasında.
Bazen doluya tutulur, buz kesilir zaman,
kül rengine bürünür saçlar.
Bazen zemheri kışında donar yaşam;
rüzgâr, yarım bıraktığı şarkıyı arar,
ne gündüz hissedilir,
ne de akşam.
Güneş indirir başını ufuktan,
sisler çözülür,
söz kurtulur beyhude nutuktan.
Şehrin uğultusu diner,
tatlı bir esinti siner yüreğe;
her şey teslim olur
ufku tutuşturan kızıl bir sessizliğe o an.
Bazen yağmur yağar ipil ipil
tıpırtısı ısıtır içini;
sarar hayatı bir gökkuşağı
katman katman,
tepeden aşağı.
Her an bir tohumdur;
filizlenir yeni bir öyküyle,
kalpten kalbe uzanır arklar sonunda.
Zaman, bu sırlı aralıkta
güzelliklerle dolar bazen, en dingin tonda.
An anı açar;
şebnem iner bazen koyu bir hüzne,
eski bir piyano tuşuna basar gibi;
zaman, kayar gider geçiciliğin kıvrımlarından.
Vefa – taş köprü…
Yerinde durur hep
Nice sular aksa da gönül ırmağından
Ve biz,
anın içinden
bir sonrakine damlarız;
avuçta eriyen kar tanesi gibi
ardı ardına doğarız sonsuzluğa.
Her anın rengi
kendi rengini çalar meyvesine;
göz alıcı ya da hoyrat desenlerle
dizilir o gizemli anlar
hayatın girift cümlesine…
Zaman geçici değildir; biziz geçen.