Makaleler

Kur’an tefsirlerindeki anakronik anlam aktarımı

Dil, sürekli bir değişim içindedir. Bu değişim sadece yeni sözcüklerin türetilmesiyle değil, mevcut sözcüklerin anlamlarının zamanla dönüş(türül)mesiyle de kendini gösterir.

Dilbilimde anlam kaymaları veya değişimleri genellikle dört başlık altında toplanır:

Anlam genişlemesi: Bir kelimenin anlamı zamanla genişleyerek daha fazla varlık veya durumu kapsar hale gelir. ‘Baş’ kelimesi eskiden sadece ‘insanın baş kısmı’ anlamındayken, zamanla ‘tepe, lider, uç, ön kısım’ gibi anlamlarla da kullanılmaya başlar.

Anlam daralması: Bir kelimenin anlamı zamanla daralır, daha özel veya sınırlı bir kavrama işaret eder hale gelir. ‘Et’ kelimesi Eski Türkçede ‘yemek’ anlamındayken, günümüzde sadece ‘hayvan eti’ anlamında kullanılır.

Anlam kayması: Bir kelimenin zamanla olumlu ve olumsuz başka bir anlam kazanmasıdır. ‘Yavuz’ kelimesi geçmişte ‘kötü, fena, perişan’ anlamlarındayken, daha sonra ‘iyi, yiğit, kahraman’ gibi olumlu bir anlam kaymasına uğrar.

Anlam aktarımı: ‘Dil’ kelimesi önce ‘organ’ anlamında iken, zamanla ‘konuşma, lisan’ anlamında da kullanılmaya başlanır.

Geçen yüzyılın ilk yarısında dilbilimciler tarafından yaygınlaştırılan bu tasnif, birçok kelimenin doğal olarak tarihsel serüvenini de açıklar. Bazen bir sözcüğün anlamındaki en ufak değişim insanın bakış açısına ve düşünce yapısına da yansır. Ancak anlam kaymaları, yalnızca dilin içsel gelişimiyle değil, toplumların tarihsel deneyimleriyle de ilgilidir.

Bu bağlamda Kur’an’daki bazı sözcük ve ifadelerin niçin anlam değişikliklerine uğratıldığını kısaca analiz etmeye çalışacağım.

İslam tarihine geniş bir perspektiften bakıldığında belli yöntemlerle ve farklı mezhepler veya siyasi otoritelerin gölgesinde zamana yayılan sosyo-politik bir inanç inşasından söz edilebilir. Anlam bilim açısından konuyla ilgili akademik bir çalışma, din eğitiminde yeni bir çığır da açabilir.

Anlam manipülasyonu mu?

Bilindiği gibi genel olarak dinler; erdemi, dürüstlüğü, doğruyu yanlıştan ayırmayı önceleyen iddialarla ortaya çıkarlar. O dine inananların da bunlara uyması beklenir. Ancak tarihte her nasılsa manipülasyonların, istismarların en yoğun yaşandığı zemin de yine dinlerdir. Zira dinlerin toplulukları mobilize etmedeki muazzam gücü inkâr edilemez. Dolayısıyla sözcüklerdeki bazı anlam değişimleri, dil gelişimindeki doğal süreçlerin aksine, sıkça bilinçli müdahalelerle gerçekleşir.

İlginç şekilde böylesi müdahalelere en fazla tefsirlerde rastlanır. Biraz yakından incelendiklerinde birçok kavrama tarihsel bağlamlarından kopuk nasıl yeni anlamlar yüklendiği ortaya çıkar. Sözcüklerin doğal olarak geçirdikleri dört süreç dışında böylesi müdahalelere anlam manipülasyonlarına kadar varabilen ‘anakronik anlam yüklemesi’ denilebilir. İlk kez kullanılan bu kavramla neyi anlatmak istediğim örnekler ışığında daha kolay anlaşılır.

İki önemli sebep

İslam tarihi boyunca özellikle meal ve tefsirlerde birçok kavrama niçin zorlama anlamlar kazandırıldığı iki nokta üzerinden açıklanabilir: İlk olarak; bana Almancadaki ‘Bedeutsamkeit’ kavramı bu durumu fevkalade aydınlatıcı gelir. Kutsallık atfedilen bir metne veya bir kavrama ayrı bir ‘önemlilik’ ve ‘anlamlılık’ atfedilir. ‘Bedeutsamkeit’ bu iki anlamı da içinde barındırır. Söz, sahibinin kalibresiyle tartılır. Dolayısıyla ‘anakronik anlam yüklemesi’nin arkasında bu yaklaşımın önemli bir motivasyon olduğu söylenebilir.  Nitekim Kur’an’da geçen her harfte çeşitli zorlamalarla da olsa Allah’ın hikmeti aranır. Allah’ın ezeli ve ebedi her şeyi bildiğinden hareketle tarih içindeki bütün bilimsel ve teknolojik gelişmelerin tümünün Kur’an’a sırlı şekilde yerleştirildiğine inanılır.

Bazıları Kur’an’ın Arapların dil ufkuyla kayıtlanamayacağını, sınırsız ve ‘çok katmanlı anlam” taşıdığını iddia eder, ama bu metodu kitabın genelinde uygulamaktan da özellikle kaçınırlar. “Kur’an, Arap kültürünün ötesinde evrensel bir hitaptır” derler; ama cennet ve cehennem tasvirleri söz konusu olduğunda Arap çöl kültürünün zevk ve korkularıyla ilişkilendirerek yorumlarlar.

İkincisi de; Kur’an’ın toplanmasının ardından başlayan tefsir geleneği, hiçbir dönemde tamamen tarafsız ya da yalnızca dini motivasyonlarla yürütülen bir süreç değildir. Aksine, tefsirler çoğu zaman dönemin siyasal atmosferinden, mezhebi kabullerden ve toplumsal ihtiyaçlardan etkilenir. Sadece insan değil, ortaya koyulan ürünler de yaşanılan zamanın rengine boyanır. Özellikle Emevîler ve Abbâsîler gibi halifelikler, kendi iktidarlarını meşrulaştırmak amacıyla belirli yorum biçimlerini öne çıkarır ve onların yaygınlaşmasına kurumsal destek sağlar. Emeviler döneminde on binlerce mevzu hadisin piyasaya sürüldüğü düşünülürse ne demek istediğim anlaşılır. Sistematik olarak ihtiyaca göre bu kadar yalan hadis üreten bir otoritenin Kur’an tefsirlerine dokunmadığını düşünmek, olsa olsa saflık olur.

Bir yönüyle tefsir literatürü, elbette Kur’an’ı anlama çabasının bir ürünüdür. Ancak bu çaba, alimlerin mezhebi eğilimlerinden, siyasi otoritenin yönlendirmelerinden ve dönemin tarihsel sosyokültürel koşullarından tamamen bağımsız gerçekleşmez.

Emevîler, Abbâsîler ve Osmanlılar döneminde, iktidarların kendi meşruiyetlerini destekleyen yorumları teşvik ettiği, buna karşılık farklı yaklaşımları ya görmezden geldiği ya da dışladığı tarihsel örneklerle sabittir. Bu bağlamda İmam Eş’arî’nin “cemaatin dışına çıkmama” vurgusu yapan yorumlarının, birlik ve düzen söylemine ihtiyaç duyan siyasi otoriteler tarafından benimsenmesi dikkat çekicidir. Bazı devlet ve toplulukların teoride aklı bir tık daha fazla vurgulayan İmam Maturidi geleneğine bağlı olmalarına rağmen, cemaat olmayı öncelediğinden dolayı Eş’arîce davrandıkları nadir değildir.

Bu tür yorum pratikleriyle Kur’an, zaman zaman eleştiriye kapalı, hiyerarşik ve otoriter yönetim biçimlerinin meşruiyetini besleyen bir araç olarak istismar edilir. Bugün hâlâ izlerini gördüğümüz ‘itaat ve biat’ kültürünün temelleri, çoğu zaman bu tarihsel ve anakronik yorum tercihlerinde aranabilir.

Bir inancın veya ideolojik tutumun ya da siyasi bir otoritenin etkisi altında gerçekleştirilen manipülatif anlam kaydırmaları, günümüzdeki din eğitiminde en temel problemlerden biridir. Çoğu Müslümanın zihninde oluşan din veya İslam imajının temelinde, büyük ölçüde birçok dini kavramın asli anlamları dışında şekillen(diril)mesi yatar.

Örnekleriyle dört yöntem

Bu bağlamda tefsirlerde genellikle dört yöntem öne çıkar. Örnekleriyle birlikte bunları şöyle sıralayabiliriz:

1) Siyasi veya topluluk temelli bir otorite çıkarı uğruna Kur’an’dan anlam manipülasyonları yapar.

‘Ümmi’ kelimesi klasik kaynaklarda “kutsal kitap verilmemiş, kendi geleneği üzere yaşayan topluluk” için kullanılır (Taberî, Câmiʿu’l-Beyân; ez-Zeccâc, Maʿânî’l-Qur’ân). Hz. Peygamber için ‘ümmi’ vasfı da bu bağlamda “ehli kitaba mensup olmayan” şeklindedir. Ancak sonraki yüzyıllarda bu kelime özellikle mucize vurgusu için “okuma yazma bilmeyen” olarak yorumlanır ve nübüvvetin delili haline getirilir (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb). Tarihsel bağlamından koparılarak ‘ümmi’ sözcüğüne sonraları ideolojik bir motivasyonla yeni bir anlam kazandırılır.

‘Fitne’ kelimesi Kur’an’da ilk dönemde ‘imtihan, deneme, sınanma’ anlamlarında kullanılır. (Bakara 2/193; Enfâl 8/28) Klasik sözlüklere göre de ‘fitne’ esasen ‘altını ateşte eriterek saflaştırma’ kök anlamına gelir. (İbn Fâris, Maqâyîs al-lugha) Ancak erken İslâm tarihindeki iç savaşlardan (özellikle Cemel ve Sıffîn) sonra bu kavram siyasî içerik kazanır, ‘iç kargaşa, isyan’ anlamıyla otoriteye başkaldırının gayrimeşru görülmesinde kullanılır. (İbn Kesîr, Tefsîr) Günümüzde ise dini topluluklarda her türlü eleştiri, fitne çıkarmakla eş tutularak bastırılmaya çalışılır. Böylece nötr bir kelime siyasî iktidarı veya topluluk otoritelerini koruma yönünde ideolojik bir işlev görür. Müslüman zihniyette eleştirel düşünmenin önündeki en büyük engellerden biri de bu kavramdır.

Ulü’l-emr, “Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de.” (Nisâ 4/59) ayetinde geçer ve klasik müfessirler arasında farklı yorumlanır. Taberî, buradaki ‘ulü’l-emr’ ifadesini hem yöneticiler hem de âlimler olarak tefsir eder. (Taberî, Câmiʿu’l-Beyân) Zemahşerî de iki görüşü zikreder; kimine göre “emir sahipleri yöneticiler”, kimine göre de “şer’î ilimlerde ehil olan âlimler” olarak nitelenir. (Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 519) Ancak özellikle Emevî ve Abbâsî dönemlerinde bu yorum, siyasî otoritenin meşruiyetini güçlendirmek ve muhalefeti bastırmak amacıyla sadece ‘yöneticiler’e indirgenir, ‘itaat farziyeti’ siyasal bir araç haline getirilir. Nötr bir ifadenin siyasî manipülasyonla nasıl anlam değiştirdiğine tipik bir örnektir.

Emr bi’l-maʿrûf ve nehy ʿani’l-münker Kur’an’da geçen bir ilkedir. (Âl-i İmrân 3/104, 110) ve “iyiliği teşvik, kötülükten sakındırma” gibi toplumsal sorumluluk vurgusu taşır. Taberî bu ifadeyi “Allah’ın emrettiği şeyleri yaymak ve yasakladıklarını engellemek” olarak açıklar. Tarihsel süreçte ise bu ilke, çoğu kez siyasal iktidarın muhalefeti bastırma gerekçesine dönüştürülür; yöneticiye muhalefet ‘münker’ ile eşitlenir. (İbn Teymiyye, el-Hisbe fi’l-İslâm) Modern dönemde zaman zaman ahlâk bekçiliği ve baskıcı uygulamaların meşruiyet zemini olarak kullanılır.

2) Sonraki yüzyıllarda ortaya çıkan kavramlar (embriyo, manyetik) sanki geçmişte varmış gibi gösterilir. Yani modern bilimsel veriler Kur’an’a entegre edilerek bilimsel amaçla anlam yüklemesi yapılır. Buna anlam anakronizmi denebilir.

‘Nutfe’ 7. yüzyıl Arapçasında bu kelime “az bir su, meniden damla” anlamında kullanılır. Lisânü’l-ʿArab’da da ‘az su’” (qalîl al-mâʾ) karşılığı verilir (İbn Manzûr, Lisânü’l-ʿArab). Taberî nutfeyi “erkek suyundan bir damla” şeklinde açıklar. Modern dönemde ise bu kelime doğrudan “sperm hücresi” olarak çevrilir, hatta bazı tefsirlerde DNA’ya bile işaret ettiği ileri sürülür (Maurice Bucaille, La Bible, le Coran et la Science, Paris 1976). Burada anakronizm açıktır: 7. yüzyılda bilinmeyen bir biyolojik terim ve anlam metne sonradan yüklenir.

‘Alaq’ klasik sözlüklerde “asılı duran şey, yapışan pıhtı” olarak geçer (İbn Fâris, Muʿcem Maqâyîs al-Lugha). Zemahşerî (el-Keşşâf) “rahimde asılı duran pıhtı” der. Ancak modern yorumlarda ‘embriyo’ veya ‘zigot’ gibi biyolojik aşamalarla özdeşleştirilir (Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr). Böylece klasik anlamdan kopartılıp modern embriyolojiyle ilişkilendirilir. Oysa embriyo kavramı, bilimsel anlamıyla ancak mikroskop ve modern biyolojiyle (17.–19. yüzyıldan sonra) tanımlanır. Dolayısıyla ‘ʿalaq’ kelimesini ‘embriyo’ diye çevirmek, kelimenin orijinal kullanımıyla birebir örtüşmez. Bu, örneğin on anlam ve bilgi içeren bir kelimeye binlerle ifade edeceğimiz modern bilgiyi geriye doğru yüklemek olur.

‘Nur’ sözcüğü Kur’an’da “ışık, aydınlık” anlamıyla geçer (Nûr 24/35). Taberî bunu “Allah’ın hidayeti” olarak da mecazî yorumlar. Modern dönemde ise elektromanyetik spektrumla ilişkilendirilerek “dalga boyları, fotonlar” gibi fiziksel anlamlar yüklenir (Zaghloul El-Naggar, Scientific Miracles in the Qur’an, 2001). Bu, doğal anlamdan modern bilimsel teorilere kaydırmadır. 

‘Zerre’ kelimesi Kur’an’da ‘en küçük şey, toz tanesi’ anlamında geçer. (Zilzâl 99/7-8). Lisânü’l-ʿArab’da ‘zerre’nin hem küçük karınca hem de güneş ışığında görünen toz tanesi için kullanıldığı kaydedilir. Klasik müfessirler bunu ‘en ufak iyilik veya kötülük’ (Taberî, Câmiʿu’l-beyân) şeklinde yorumlar. Modern dönemde ise ‘zerre’ doğrudan ‘atom’ ile özdeşleştirilir, hatta nükleer fizik bağlamında yorumlanır. Böylece tarihsel bağlamdan koparılarak modern bilimsel kavramların Kur’an metnine taşınması sağlanır. 

3) ‘Arş, veche, nüzul, yed’ gibi mecazi anlamları olan sözcükler literal okunarak gerçekmiş gibi yorumlanır.

‘Yed’ (el) kelimesi Kur’an’da Allah’a izafe edilerek kullanılır (Feth 48/10; Sâd 38/75). Klasik tefsirlerde ‘el’, mecaz kabul edilerek ‘kudret, güç, tasarruf’ anlamında yorumlanır. (Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb) Ancak bazı literalist yorumlarda ‘Allah’ın eli’ ifadesi gerçek anlamda, yani fiziksel ele indirgenerek teşbih yapılır. Diğer taraftan modern dönemde ‘yed’ kavramına ‘enerji’, ‘kozmik güç alanı’ gibi bilimsel çağrışımlar da yüklenir. Böylece hem literal hem de anakronik bilimsel okumalar aynı kavramda birleştirilir. 

4) ‘Gadbâ (ot, bitki), hadid (demir), semâvat’ gibi tarafsız (nötr) kavramlara mucizevi değer yüklenerek değer kaydırması metodu uygulanır.

Kur’an’da geçen gadbâ kelimesine (Abese 80/28) İbn Abbas ve Elmalılı gibi isimler “hayvanların yediği yumuşak otlar ve çayır bitkileri” anlamı verir. Ancak bazıları tamamen nötr anlamda olan bu sözcüğü ‘yonca’ diye yorumlar. Ardından da yoncanın modern bilimsel araştırmalarla belirlenen özellikleri yüklenerek, “İslam bunları asırlar önce keşfetmişti” tarzında mucizevi bir anlam atfedilir. Böylece hem kelimenin bağlamı saptırılır hem de bilimsel merak, dogmatik propaganda malzemesine dönüştürülür. 

Sonuç olarak; görüldüğü üzere Kur’an tefsirlerindeki anakronik anlam yüklemeleri, klasik dilbilimsel anlam kaymalarından farklı olarak bilinçli müdahaleleri de içeren bir olgu olarak karşımıza çıkar. Birçok kavramda görülen bu durum, metnin eski özgün bağlamından koparılarak sonraki yüzyılların bilgi birikimi ve ihtiyaçlarıyla yeniden yorumlandığını gösterir. Bu tür yaklaşımlar, Kur’an metnini çağdaş bilimsel verilerle destekleme arzusundan kaynaklansa da yorum bilim açısından anakronizm sorununu beraberinde getirir. 

Tarih boyunca devlet ve topluluk otoriteleri yorum üstünlüğünü kendi elinde tutma mücadelesi içinde oldukları da bilinir. Bazı kavramların başına gelenler, yukarıda sözü edilen dört kategoriden hiçbirine tam olarak uymaz. Bunun için aşırı savunmacı reflekslerle işlerine yarayacak bazı ifadelere farklı anlamlar yükleyerek çarpıtacak veya manipüle edecek kadar ileri giderler. En azından kasıtlı bir anlam kaydırması, çarpıtması veya manipülasyonu izlenimini verirler.

Yeri gelmişken pek yaygın bir itiraza da kısaca değinmek isterim: Geleneğin konfor alanının keyfini çıkaran belli çevreler kendileri dışındaki her bakış açısına anında tepki verirler. Varoluşları bu tepkiselliğe dayanır çünkü. Ne de olsa “Şimdiye kadar kimsenin dikkatini çekmedi de sana mı düştü” gibi yaklaşımların alıcısı çok. Zira ne dediğine bakmadan, anlamadan, tezlerine hiçbir argümanla cevap ver(e)meden tezi ve sahibini baştan reddetme ana tutumları olagelmiştir. Değişmez de.

Ayrıca hakikat tekelciliği dürtüsüyle böylesi yöntemlere başvurulduğu da görülür. Devlet, hukuk, kamusal alan, siyaset ve toplum düzeylerinde hiçbir ayrım gözetmeden ve katmanlı düşünmeden kutsal kaynakları her şeyin üzerine çıkarmak, bütünüyle ideolojik ve İslamcı bir tutum olarak nitelendirilebilir.

Dolayısıyla kavramların tarihsel anlam alanını tespit ederek yorumların bu zemin üzerinde geliştirilmesi, Kur’an’ın daha gerçekçi anlaşılmasını sağlar. Anakronik yorumların cazibesi kısa vadede ikna edici görünse de uzun vadede hem metnin bütünlüğünü hem de dilsel tutarlılığını zedeleme potansiyeli taşır. Hangi motivasyonla olursa olsun kasıtlı anlam kaydırmaları veya ‘anakronik anlam yüklemeleri’ ideolojik bir tutum olduğundan bir yönüyle kelimeleri manipüle etmektir. En azından dürüstçe bir yaklaşım değildir. Birçok siyasi otoritenin, iktidarını sağlamlaştırma maksadıyla toplum nezdinde meşruiyet kazanmak ve onu mobilize etmek için -kullanışlı ulema yoluyla- Kur’an’dan bazı ifadeleri açıkça manipüle etti(rdi)ği bir gerçektir. Bu nedenle rasyonel ve sağlıklı bir Kur’an anlayışı ancak dilin tarihsel gerçek bağlamına sadakatle yaklaşıp ideolojik ya da bilimsel anakronizmlerden kaçınarak geliştirilebilir. 

Letzte Aktualisierung: 20. Oktober 2025
Zur Werkzeugleiste springen