Makaleler

Kutsal kitaplardaki mitolojik izler

Alman Katolik ve Protestan öğretmen arkadaşlarla konuşurken konu İncil’e göre Hz. İbrahim’in yaşadığı ve göç ettiği yerlere geldi. Anlattıklarına göre bu yerleşim yerleri arasında Mekke bulunmuyordu. İster istemez tarihi veriler açısından orada yaşayıp yaşamadığı, dolayısıyla Kâbe’yi inşası ve hacda ona istinaden yapılan birçok ritüel aklıma üşüştü.

Buradan hareketle mitolojik anlatılarla kutsal kitaplar arasındaki muhtemel ilişkileri irdelemeye başladım. Ortaya çıkan manzara ilginç olduğu kadar düşündürücüydü de.

Bilindiği gibi ünlü Alman yazar Thomas Mann dört ciltten oluşan “Yusuf ve Kardeşleri” romanında İncil’deki Yusuf kıssası ile mitolojik anlatılar arasında paralellikler kurar. İlgili yerlerde mesela İncil’deki kıssayla Gılgamış destanındaki bazı unsurları karşılaştırmalı ele alır.

Bu unsurları belirgin hâle getirmek için kavram analizlerinde bulunur. Hakikat ve gerçeklik kavramlarını detaylıca işler. Ona göre hakikat (Wahrheit) bilişsel, gizemli, metafizik, doğaüstü boyutuyla ‘anlamlandırma’ (Bedeuten) veya ‘zihindeki yansıma’dır. ‘Gerçeklik’ ise beş duyuyla algılanabilen dünyevi bir realitedir (Sein). Bu iki alan arasında ilişki kurma, bunları birleştirme görevini ise ‘sanat’ üstlenir. Burada sanattan kasıt edebi metinlerdir.

Efsanevi anlatılar zamanla insani bir zemine oturtulur (Humanisierung). Bu süreç, efsanedeki metafor ve motiflerin gerçek yaşamdaki tecrübelerle etkileşimi sonucu gerçekleşir. Karşılıklı etkileşimle ortaya çıkan bilgi, hakikat bilgisi olarak algılanır. İşte tam da burada hakikat ile gerçekliğin birbirleriyle bir etkileşim süreci içinde bütünleştikleri anlaşılır. Böylece efsanevi anlatılar, artık gizem, kült veya objektif bilimlerden izole olmayıp hayatın işleyişine entegre edilir.

Edebiyat bilimci Prof. Günter Mieth, efsaneden gerçekliğe giden bu süreci ilginç bir ilişki denklemiyle şöyle izah eder: Efsane (mit) : Edebi Eser = Hakikat : Gerçeklik. Yani efsane, edebi eserlerle anlatılarak metne dönüşürken çeşitli anlamlandırmalarla da adeta bir gerçekliğe bürünür.

Türkçede ‘gerçeklik’ duyular üzerinden bir realite olarak, ‘hakikat’ ise bilişsel düzeyde ele alınır. Orhan Hançerlioğlu’na göre ‘gerçek’ sözcüğü nesnel gerçekliklerin ürünü, ‘hakikat’ ise gerçeğin bilinçteki yansımalarıdır. Yani hakikat gerçeğin kendisi değil, yansımasıdır ve düşünceyle nesnesi arasındaki uygunluğu dile getirir. Örneğin elimizde tuttuğumuz bir kitap gerçek, onun zihnimizdeki yansıması hakikattir.

Din eğitimi açısından Kur’an-ı Kerim’de geçen peygamber kıssalarına da böyle bakılabilir. Kıssalardaki bazı anlatılarla mitolojiler veya efsaneler arasında bir bağ var mıdır, sorusu uzmanların çalışma alanına girer. Varsa eğer, o zaman kutsal kitaplarda yer alan anlatıların benzer ve farklı yönlerini nasıl değerlendireceğiz? Bu sorular bizi kutsal kitaplardaki anlatılara yaklaşımda pedagojik anlamda yeni bir bakış açısına götürebilir.

Aslında bu konu kutsal kitapların ve efsanelerin temel araştırmaları alanına girer. Mesela dünyanın en eski mitolojik ve efsanevi anlatıları nerelerdedir? Bu yerlerle dinlerin kök saldığı coğrafyalar arasında ne tür bağlar kurulabilir? Hemen hemen dünyanın her köşesinde farklı kültürlere ait efsaneler vardır. Mitolojik geleneğin hâkim olduğu bölgelere Çin, Hindistan dışında İran, Grek, Mezopotamya, Kenan ve Mısır örnek verilebilir. Ağırlığın Ortadoğu coğrafyasında olması, çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere geçişin ve tek tanrılı üç dinin aynı bölgede gelişmesi de basit bir rastlantı olmasa gerek.

Mitolojilerin insanın soyut ve dikotomik düşünmeye başladığından itibaren oluştuğuna dair bulgular var. İlk insanlar, izah edemedikleri olay ve olguları bir güce dayandırırlardı. Önce doğa olaylarına karşı sığınacak bir kişiliğe, Ay’a, Güneş’e, diğer yıldızlara olağanüstü güç verme inançları daha sonra efsane ve anlatılara dönüşerek şekillendi. Zamanla çok farklı tanrısal inançlar, mitolojilerin konusu haline geldi. Örneğin Hz. İbrahim’den önce aynı bölgede Sümerler döneminde ortaya çıkan Gılgamış Destanı ile Tevrat’taki birçok motif ve anlatı benzeşir. Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, “Hz. İbrahim’in karısını kız kardeşi olarak tanıtıp Firavun’a ve bir başka krala bırakması hikâyesinin de Sümerlilerden alınma” olduğunu söyler.

Efsanelerle kutsal kitaplardaki peygamber kıssaları kıyaslandığında ortaya çıkan tıpatıp metaforik benzerlikler şaşırtır insanı. Günlük hayatta insan-tanrı ilişkisi, rekabet eden iki oğul, kıskançlık, sevgi, nefret, güven gibi temalar her iki alanda da işlenir. Benzer anlatılara bu açılardan bakıldığında Kur’an-ı Kerim’de efsanevi özellikler taşıyan kıssalarla yakinen ilgilenildiği hissine kapılırsınız.

Ayrıca din büyüklerinin ve tarihe geçmiş ünlü kişiliklerin anlatıldığı menkıbelerin de önemli ölçüde kurgusal olduğu biliniyor. Şahısların gerçek hayattan alınması bu gerçeği değiştirmez. Yeri gelmişken özellikle hadis kitaplarının bir bölümünün menkıbelere ayrıldığını belirtelim (bkz. Kitâbü’l menakıb).

Belli nüanslarla birlikte ortak anlatılar ve benzer metaforlar kutsal metinleri süsler. Bunları kıyaslayarak incelemek çok daha açıklayıcı gelir bana. Anlatılara göre yaklaşık dört bin yıl önce yaşayan Hz. İbrahim tek tanrılı dinlerin atası sayılır. Temel referans alınan bir figür olarak özel bir yere sahiptir. Babil’deki Ur kentinde doğar. Babası koyu bir putperesttir. O dönemde bölgede binden fazla tanrıdan söz edilir. Abisi Haran’ın ölümü üzerine ailecek Harran’a taşınırlar. Babasının ölümünün ardından Hz. İbrahim (75) eşi Sare, yeğeni Lut ve çalışanlarıyla birlikle Kenan’a göç eder. Buradaki kıtlık sebebiyle Mısır’a geçer, bir süre sonra geri dönüp Sare ve Hacer ile birlikte Hebron’a yerleşir. Oradan getirdikleriyle serveti daha da artar. On yıl geçmesine rağmen çocuğu olmaz. Sare, hizmetçisi Hacer’i kocasına verir ve İbrahim seksen altı yaşındayken İsmail dünyaya gelir.

Aradan 14 yıl geçtikten sonra o sıralar 100 yaşında olan Hz. İbrahim’in, 90 yaşındaki Sare’den olan çocuğu İshak doğar. Fakat İshak’ın sütten kesilmesinin ardından Sare’nin kıskançlık duyguları kabarır. Onun isteği ve Rabb’in emri üzerine İbrahim, Hacer ile İsmail’i evden uzaklaştırır. Onlar bir süre Beer-şeba diyarında dolaştıktan sonra Paran çölüne gider ve orada yaşarlar. 

Yahudi ve Hıristiyan kaynaklara göre Hz. İbrahim’in yaşadığı bölgeler tarihi belgeler ışığında da incelenir. Fakat elde edilen bulgularla hazırlanan haritalarda Mekke yer almaz. Acaba İslami kaynaklarda tarihi bir bilgiye ulaşabilir miyim diye üzerinde biraz yoğunlaştım. Anlatılardan öte bir bilgiye rastlamadım. Götürüldükleri yer ve bu sırada İsmail’in kaç yaşında olduğu gibi konularda önemli farklılıklar olduğu, Allah’ın İbrahim’den, Hacer ile İsmail’i Mekke’nin bulunduğu yere götürmesini istediği (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, 1/103) İslam Ansiklopedisi’nde de (TDV) belirtiliyor. Ancak Sare’nin İsmail’i kıskanmasının İshak sütten kesildikten sonra mı, yoksa İsmail iki yaşındayken mi olduğu belli değil. Kur’an’da Hz. İbrahim’in çocuklarından bir kısmını Beytülharam’ın yanına bıraktığı (14:37), bu sırada ilk çocuğu İsmail’in daha çok küçük olduğu geçer (37:100-102).

Bazı rivayetlerin aktarıldığı İslam Ansiklopedisi’ne göre Hz. İbrahim, Hebron’dan Mekke’ye üç defa gider. İlk seyahatini Allah’ın isteği üzerine Burak isimli binek ile yapar. Cebrail’in kendisine yol gösterdiği bu yolculukta iki yaşındaki oğlu İsmail’i önüne, Hacer’i terkisine bindirerek onları bugünkü Kabe’nin bulunduğu yere bırakır. Bu iki bölge arasındaki mesafenin 1200 km olduğu düşünülürse böyle bir anlatının sebebi kolayca anlaşılır. Ailesini ziyaret için Mekke’ye ikinci defa gittiğinde Hacer’in vefat ettiğini öğrenir, İsmail’i de göremez. Kabe’nin temellerinin yükseltilmesi emrini aldığında üçüncü defa Mekke’ye giden İbrahim, oğlu İsmail ile birlikte Kabe’yi inşa, haccı da ilan etmekle görevlendirilir (2:127; İbn Sa’d, Tabakat). 

Fakat belli anlatıların dışında Hz. İbrahim’in Mekke’de bulunmasıyla ilgili tarihi bir iz yoksa, yani gerçekten oraya gitmediyse Kâbe ve hacla ile ilgili ona dayanan bütün ritüeller havada kalacaktır. Onun geleneğini devam ettiren ‘Hanif’lerin Mekke’de de yaşadığı tezi belki konuya biraz açıklık getirebilir.

Birçok husus gibi Hz. İbrahim’in Mekke serüveni de menkıbelerden oluşuyorsa en azından din eğitiminde kullanılan dili de ona göre uyarlamak gerekir. “Hz. İbrahim oğluyla birlikte Kabe’yi inşa etti.” yerine “Anlatıya veya menkıbeye göre Kabe’yi Hz. İbrahim oğluyla birlikte inşa eder.” gibi cümlelerle daha isabetli bir üslup kullanılabilir. Peygamberlerin hayatı, Hz. Adem’in ve eşinin yaratılması, cennete konulmaları ve işlenen günahtan oradan çıkarılmaları, Nuh tufanı, peygamberlerine karşı gelen insanların helak olması, Hz. Yunus’un balığın karnında kalması ve sonra çıkıp yaşaması, Hz. İsa’nın doğumu, ölümü vs. bu cümleden sayılabilir.

Çeşitli anlatılarda metaforik veya sembolik unsurların sırf Kur’an’da geçtiğinden dolayı aynıymış gibi (literal) algılanmaları ve etki biçimleri önemli problem alanlarından biridir. Oysa Tevrat ve İncil araştırmalarında mitolojik anlatılara belli bir yer verilmesi öyle pek kanıksanmaz. “Tanrının sözlerini veya kutsal metni nasıl mitolojik anlatılar derekesine düşürürsün” diye kimse yadırgamaz. Fakat benzer anlatılar, tevhit ve ahiret boyutun aşırı derecede vurgulandığı Kur’an’da geçince ayrı bir gerçekliğe dönüşüverir. Tevrat ve İncil’de mitolojik olarak nitelenen anlatılar, Kur’an’da Tanrı sözüne büründüğünden mucizelere atfedilir. Bu yaklaşıma göre vahye dayalı kadim dinler zamanla deformasyona uğrayarak mitolojilere dönüştüğü iddia edilir. Dolayısıyla mitolojik (efsanevi) anlatıların kendilerinden önce var olan dini unsurları taşıdığı tezi savunulur. Hz. İbrahim ile birlikte gelişen tek tanrılı dinlerin, özellikle İslam’ın mitolojik anlatılardaki dini unsurları tekrar aslına uyarladığına inanılır. Nitekim son tahlilde son sözü Kur’an söyler. Ve artık bu ön kabulle her harfine ayrı bir “anlamlılık ve önemlilik” yüklenerek her şeye açıklık getirilir. Mesela zorlama yorumlarla İncil’de geçen Paran veya Faran çölü, Mekke’nin ondan fazla isminden biri olduğu şeklinde ele alınır. Hz. İbrahim ile tarihi kökeni tartışmalı olan Mekke arasındaki irtibat böylece sağlanmış olur. Hebron ile Mekke arasındaki 1200 km olan mesafe de Burak ile çözülerek mesele açıklığa kavuşturulur. Aksini iddia edenler, Kur’an’ı yalanlamaya, İslam’a fitne sokmaya çalışan art niyetli oryantalistlerin veya ‘fitneci’ kişiliklerin girişimleri olarak nitelenerek saf dışı bırakılmaya çalışılır. Bir yandan gelenekçi ilahiyatçılar ve Müslüman toplulukların ileri gelenleri ‘iman’ meselesi gördüklerinden Kur’an-ı Kerim’deki kıssalarla mitolojik unsurlar arasındaki muhtemel ilişkiyi açığa vurmadan özellikle kaçınırlar. Diğer yandan ise bilimsel araştırma tarafsızlığı ve özgür düşünceyle konu üzerine çalışma yapanlar özenle şeytanlaştırılır. Gelenekçilerin üstünlük sağlayıp yığınları mobilize ettiği, çözülmemesi için yoğun gayret içine girdiği önemli bir kördüğüm ve paradoks tam da burasıdır.

Tevrat ve İncil’de olduğu gibi Kur’an’daki mitolojik unsurlar, “Yusuf ve Kardeşleri” eserindekine benzer şekilde tarihsel yaklaşımla da irdelenmeyi bekliyor. Bu, literal okumaya göre şekillenen düşünce sistemine karşı sağlıklı bir din eğitimi açısından kaçınılmaz. Böylece genç kuşak, ilerleyen yaşlarda çağdaş olmayan bir din anlayışıyla karşılaştığında dinden hepten uzaklaşmak yerine en azından kültürel açıdan daha barışık bir tutum sergileyebilir.

Muhammet Mertek

Letzte Aktualisierung: 20. August 2024
Zur Werkzeugleiste springen