Bir roman – iki filozoftan iki farklı değerlendirme
Birçok kişi gibi ben de tavsiye üzerine kitaplar okudum. Ancak, artık yüzüne bile bakmayacağım birçok kitabı okumuş olmaktan Voltaire kadar pişman değilim. En azından o kitapların içeriğini belli ölçüde eleştirebiliyorum.
Bazı çevrelerde belli kitapların tavsiyeden öte mutlaka okunması gerekliymiş gibi dayatılmasını doğru bulmam. Hatta tavsiyenin arkasında yatan motivasyonun bile ne olduğuna dikkat çekmek isterim. Amaç, çocuklara sağlıklı bir dil gelişimi kazandırmak ve evrensel değerlere dayalı bir kişilik inşa etmek mi, yoksa tek taraflı bir düşünce aşılamak mı? İlk amaç doğrultusunda çocuklara erken yaşlarda faydalı olabilecek bazı kitaplar tavsiye edilebilir. Nitekim yıllar önce böyle bir düşünceyle Türk çocuklarının okumasında fayda gördüğüm Alman edebiyatından bazı kitapların yer aldığı bir liste yayınlamıştım.
Genel olarak tavsiye üzerine değil de kişinin kendi ilgisini çeken kitapları okuyarak bir sonuca varması bana daha verimli geliyor. Çünkü insan okuya okuya zamanla kitapları değerlendirme ve tartma becerisi kazanabiliyor.
Bu durumu en iyi biri Alman diğeri Fransız iki filozofun aynı romanı nasıl birbirine zıt değerlendirdikleri anlatır sanırım. Şimdi birlikte inceleyelim.
İbn Tufail’in (öl. 1185) kaleme aldığı “Hayy bin Yakzan” romanı tarihi bir eserdir. Bu kitapta yazar “Bir insan, bebeklikten itibaren hiçbir insanla karşılaşmadan, tek başına bir adada büyürse ne olur?” sorusuna cevap arar. Salt aklı kullanarak da hakikat arayışının sürdürülebileceğini işler. Yedi yaşına kadar oluşan bilincin, sonraki yedi yıllık dönemlerde nasıl geliştiğini, insanın doğayla kurduğu ilişkilerle hangi zihinsel aşamalardan geçtiğini ayrıntılı şekilde ele alır.
Esere göre roman kahramanı Hayy bin Yakzan, bilimsel veya kutsal kitaplardan edinilen temel bilgileri yalnızca kendi aklını kullanarak elde edebilir. Ancak bu, aklını etkin bir şekilde kullanabilmesi ve derin bir düşünme yetisine sahip olmasına bağlıdır.
Tarihte ilk roman örneklerinden sayılan bu eseri iki farklı filozof okur. Ancak onların vardıkları sonuçlar hem birbirinden oldukça farklıdır hem de oldukça dikkat çekicidir.
Ünlü Alman filozof Gottfried Wilhelm Leibniz, Temmuz 1696’da yazdığı bir mektupta “Bu kitabı gerçekten mükemmel buluyorum ve büyük bir zevkle okudum” diyerek romanı takdir eder.
Tanınmış Fransız filozof Voltaire İngiltere’de bulunduğu sırada, bir dostu ondan İngilizce çevirisi yeni yapılan bu romanı bulup Fransa’ya göndermesini ister. Voltaire, Mart 1727’deki bir mektubunda şöyle yazar: “Bunca zahmetle bulduğum kitap çabalarıma hiç değmedi. Başından sonuna kadar inanılmaz bir anlamsızlık içeriyor; iğrenç bir romans ve okuyucu için adeta bir işkence.”
İki filozofun aynı romanı birbirine yakın dönemlerde okumalarına rağmen tamamen zıt biçimde değerlendirmesi düşündürücüdür. Leibniz’in tavsiyelerine uyanlar büyük ihtimalle romana ilgi duyacak, Voltaire’e kulak verenler ise ilgisiz kalacaktır. Bu da gösteriyor ki kitap tavsiyeleri, tavsiye edenlerin dünya görüşüne ve ideolojisine göre şekillenebilir. Doğru olan, ilgimizi çeken kitapları bizzat okuyarak kendi değerlendirmemizi yapma ve kararımızı kendimiz verme becerisini kazanmaktır.
Okuduğum Almanca bir yazıda şöyle deniyordu: Tatmadığın yemeği tatlı bulma. Doğruyu söyleyen insanın sözüne de hemen kanma, çünkü henüz niyetini gerçekleştirmedi ve sözünü tutmadı.
Yıllar önce doğum günü hediyesi olarak aldığım bu romanı (Almanca) büyük bir heyecan ve ibretle okumuştum. Ben de Leibniz gibi onu orijinal ve ilginç bulmuştum. Her ne kadar iki filozof, eseri üç yüz yıl öncesinin tecrübeleriyle değerlendirseler de, hem edebi türler hem de konuyla ilgili felsefi bakış açıları bu zaman zarfında oldukça gelişti. Ortadoğu zihniyetinde otonom akıl yerine romantik duygusallığın hâkim olduğu düşünüldüğünde 800 yıl önce anlatılan oto-didaktik bir karakterin önemi daha iyi anlaşılabilir.
Başkalarının başkaları adına tepeden inmeci bir tavırla karar vermesi ne kadar doğru olabilir? Eğer bu doğru değilse, çözüm kitaplarla dostluk kurarak nitelikli okur olmaktan geçer. Nitelikli okur, kitap seçimini kendi yapar, okuduklarını sorgular ve başkasının onun yerine karar vermesini beklemez. Kendi düşüncelerine güvenerek kimseye bağımlı olmadan hareket eder. Aslında nitelikli bir okur olmak, kişiye kendi kendini geliştiren kaliteli bir insan olma şansını da sunar böylelikle.
Muhammet Mertek