Makaleler

Propagandanın oyuncağı olmak!

Bir ülke düşünün, adını da siz koyun! Rejim değişsin, ekonomi çöksün; sosyal hayat, eğitim/öğretim hakeza tümüyle dökülsün. Toplum olmadığı kadar kamplara ayrılsın, kimsenin kimseye güveni kalmasın. Herkes, kendi gibi düşünmeyene “hain” göz(lüğ)üyle baksın! Aranmış olsa da -orada- hukukun kırıntısını bulasın! “Yap işlet devret” modeliyle otoyollardan köprülere, havaalanlarından enerji alanlarına, kentsel dönüşüm ve savunma bazlı projelerden sayısız ürünlerin ithalat ve ihracatına kadar tam kleptokratik bir sistem inşa edilsin. Rantın, talanın boyutları ufak beldelere kadar yaygınlaşsın. Medyanın tamamına yakınından tek ses yükselsin, muhalif görünenler de propagandaya yaslanan, yalakalıktan inanılmaz yalanlara uzanan bu tek sese meşruiyet kazandırsın!..

Sonra aklın, izanın sınırlarını aşan uygulamaların ayyuka çıktığı böyle bir memlekette TV’lerden, sosyal medyadan; durmaksızın manipülasyon, propaganda, dezenformasyon amaçlı yayın tsunamisi gerçekleşsin. Ve bütün bunlar yaşanırken, akıl ve vicdan süzgecinden geçen hakikatler mumla aranır hâle gelmiş olsun!

Bu durumda halk ne yapsın? Aklını, vicdanını, izanını, ahlakını, karakterini en acımasız kara propaganda yöntemlerinden nasıl korusun? Bu asla mümkün değildir, koruyamaz, koruyamadı da. Profesyonel bir toplum mühendisliği devredeyse halkın veya kitlenin elinden pek bir şey gelmeyeceği ortada.

Günümüzde, tanıdığım birçok kişi, sosyal medya hesaplarında (veya kişisel status’larında) sürekli ve hazır manipüle propaganda bilgilerini paylaşıp duruyor. Şimdilik -bu paylaşımlardan hareketle- kimlik yozlaşması, kişilik bozukluğu, cehalet, seviyesizlik, ahlaksızlık vs yönlerine girmeyeceğim. Varsın konunun uzmanları kitap hacminde incelesin bunları. Hemen hemen bütün toplumlar, benzer gelişmelerde aynı refleksleri verdiğine göre sadece bir durum tespitini daha yararlı buluyorum. Her ne kadar Gustave Le Bon’un “Kitlelerin Psikolojisi” ile Eric Hoffer’in “Kesin İnançlılar” eseri en açık şekilde kitle psikolojisi ve anatomisini analiz etseler de sosyal medyanın bütün toplumları kökten sarstığı süreçte bu konuların uzun süre bizi meşgul edeceği söylenebilir. Bireylerin kendi aklını ve vicdanını kullanma becerisi çok daha önemli hâle geldi. Tablo apaçık ortada, vaziyet içler acısı!

Hemen her konuda rasyonel ve vicdani bir aydınlanmadan başka çare ufukta gözükmüyor. Artık hakikat arayışı yolunun özgür düşünce ve evrensel değerlerden geçtiğini cümle âlem biliyor. Gerisi ideoloji ile idealizm yörüngesinde dönüp duran züğürt tesellisinden ibaret!

Bu minvalde, aşağıda bahsedeceğim kitabın arka kapak başlığı klasik bir tespit, ama oldukça düşündürücü: “Savaşın ilk kurbanı hakikattir.” Birinci Dünya Savaşı’nın hediyesi bu yargı hâlâ geçerli. Herhangi bir kriz, afet veya savaş sürerken gerçeğin farkına varılmaması için hedef sosyal topluluklara özel propaganda yöntemleri uygulanmaya devam ediyor. Hem de her mahalleye özel!

Manzara  açık ve net: Eskiden bilgiler saklanır veya insanlar bilgiden mahrum bırakılırken bugün özellikle sosyal medya sayesinde inanılmaz bir bilgi patlaması var. Hakikati bulmayı iyice zorlaştıran en büyük etkenlerden biri de bu! Mesela hem Ukrayna’daki savaşta hem de Türkiye’deki son süreçte Goebels’in taktiklerini aratmayacak kadar yoğun propaganda ve manipülasyon örnekleri havada uçuşuyor. Artık sadece kendi kamuoyunu değil, dış dünyayı da etkileme ve kendi yanına çekme uğruna her türlü yöntem kullanılıyor. Propaganda ve manipülasyonların oyuncağı haline ge(tiri)len kitleler ise çok şeyin farkında bile değil. Kant’ın bilmem kaç yıl önce niçin “Kendi aklını kullanma cesaretini göster!” dediği şimdilerde daha net anlaşılıyor!

Osnabrück Üniversitesi’nden tarihçi, edebiyat ve medya bilimcisi Dr. Christian Hardinghaus, yeni piyasaya çıkan “Savaş Propagandası ve Medya Manipülasyonu” (Kriegspropaganda und Medienmanipulation, Europa Verlag, 2023) başlıklı kitabıyla bu kısır döngüyü kırmayı amaçlıyor. “Aldanmamanız için bilmeniz gerekenler” alt başlığı maksadını açıklıyor aslında.

Kitap; propagandayı fark etmek, anlamak, foyasını meydana çıkarmak, savaş propagandası ve Ukrayna savaşında propaganda diye beş bölümden oluşuyor. Kitapta çok sayıda resim ve örnekle 75 kadar propaganda türü ele alınıyor.

Bir başvuru eseri olarak okunması -elbette- herkesin kendi yararına. Kitapta bahsi geçen sinsi propaganda yöntemlerinin farkına varıp aldanmadan nasıl kurtulabiliriz? Bence üzerinde durulması gereken önemli bir soru. Şurası net: Her bireyin kendi aklını kullanma, vicdan mekanizmasını çalıştırma becerisi kazanmadan ve böyle bir gayret içinde olmadan işin işinden çıkması hayal. Sosyal medyada sayısız propaganda amaçlı özel hazırlanmış manipüle resim ve bilgi dolaşıyor. Bunları gerçekten ayıklamak, öncelikle ayık ve uyanık bir akla bağlı. Gelin görün ki -yakın çevremden de- birçok insan, gönüllü karartma uygulayarak aklını ve vicdanını kara propagandaya ipotek etmiş durumda. Bir de bunları kendi sosyal medya hesaplarında (veya status’larında) paylaşarak cehaletin dipsiz çukuruna tepe taklak yuvarlanmaları yok mu, akıllara ziyan. Sosyal medyadaki sayısız örneklerine bir göz atın bana hak vereceksiniz.

Başka bilgi kaynaklarına kendilerini kapatan yığınların bu tür kitapları okuyarak uyanıp kendilerine gelmelerini elbette beklemiyorum. Biliyorum ki perdelenmiş beyinlere aydınlatıcı bilgi çalmak, Nasrettin Hoca’nın göle maya çalması gibi bir şey. Ama sorumluluk sorumluluktur, işin farkına varan herkes ucundan tutarsa maya da tutar belki, kim bilir?

Peki propaganda ve manipülasyon nedir, niçin bu kadar önemlidir? Bunlara kanmadan aldanmanın önüne nasıl geçilebilir? Böylesi kitapların içeriği toplumda geniş yer bulursa belki bilişsel/kültürel bir aydınlanmaya katkısı olabilir. Özetle bazı yaklaşımların ve tespitlerin üzerinde durmaya değer:

Propaganda, kitlelerin iktidardakiler (veya iktidara gelmek isteyenler) tarafından medya aracılığıyla manipüle edilmesini tanımlar.

Manipülasyon, birinin diğerlerine göre avantaj elde etmek istediği anlaşılmaz (gizemli), aldatıcı bir davranışı izah eder.

Fotoğraf ve videolar asla hakikatin yerini alamaz.

“Kamera yalan söyleyemez ama yalana araç olabilir!” (İngiliz-Amerikalı gazeteci Harold Evans)

“Bana en verimli görünen hipotez, haber ve gerçeğin aynı olmadığı ve birbirinden açıkça ayırt edilmesi gerektiğidir.” (Amerikalı gazeteci Walter Lippmann)

Medya muktedirlerin en önemli silahıdır.

Politikacılar, partiler veya aktivist bir grup gibi siyasi örgütler medyada ne kadar fazla yer alırsa, toplumsal itibarları ve etkileri otomatik olarak o kadar yüksek olmaktadır. Bugün, önceden hazırlanmış o kadar çok bilgi/malumat ve medya tarafından pazarlanan “gerçekler” ile bombardımana tutuluyoruz ki artan şekilde yön, tutum ve güven kaybına uğruyoruz ve bizzat içselleştirmeden herhangi bir hâkim görüşe hızla katılma eğilimi gösteriyoruz.

İnsanlar genellikle sadece hakikati aramıyor, hayatlarını nihai bir talimatla sürdürmeye yardımcı olacak tek bir hakikat bulmayı arzu ediyor. Burada en etkin rolü medya oynuyor. Tükettiğimiz medyanın/aracın seçimi büyük ölçüde hangi bakış açısını benimseyeceğimizi de belirliyor. Propagandacılar, neyin doğru neyin yanlış olduğunu her zaman ayırt edebilmemiz gereken bir gerçeği bilmemiz için bizi kandırıyor. Oysa karşı tarafa yönelik bir perspektif değişikliği yapabilsek tamamen farklı bir gerçekliğin ortaya çıktığını göreceğiz.

Çünkü propagandanın asıl amacı hakikati iletmek değil, eyleme yönelik güdüleri (motifleri) beyinlerine aşılamaktır.

Aslına bakarsanız, günümüzde insanlar, hayatta sağlıklı zeminde devam ettirmek istemektedir. Bunun için hakkında bir fikir oluşturmaları gerektiğini düşündükleri tüm meselelerle ilgili -genellikle- bağımsız yargıda bulunmaktan acizdirler. Dolayısıyla kendi seçtikleri medyanın istihdam ettiği siyasetçi ve uzmanlarda bulabileceklerini düşündükleri sözde kanaat satıcılarına güveniyorlar; ancak bunu yaparken kendilerini sürekli olarak manipülasyon ve propaganda tehlikesine maruz bırakmış olurlar. Yeni medya teknolojilerinin ve formatlarının gelişimi son yirmi yılda o kadar hızlı ilerledi ki nüfusun büyük bir bölümünün bunları yeterince kullanma ve medya aracılığıyla yayılan bilgileri sınıflandırma yeteneği ortadan kalktı. Yani her gün manipüle ediliyoruz, artık bunun farkına bile varmıyoruz ve tüm bunlar sadece iktidarda kalmayı hedefleyen muktedirlerin işine yarıyor. Ancak medya bilincine yönelik bir eğitim çerçevesinde propagandayı tanımak; siyaset, medya ve eğitim sistemi bir araya gelip teknikleri ve biçimleri hakkında kapsamlı bilgiler sağladığı sürece kimse için bu kadar zor olmayacaktır. Hiçbir şey propagandayla eğitimden daha etkili bir şekilde mücadele edemez. Ama aynı zamanda propaganda da eğitimin en büyük tehdidi haline gelmiştir.

İngiliz siyaset bilimci Richard Taylor’e göre eğitim insanlara nasıl düşünebileceklerini öğretirken, propaganda ne düşünmeleri gerektiğini salık vermektedir.

Propagandanın kısa ve öz tanımını ise medya bilimcisi Gerhard Maletzke yapar: “Propaganda, siyasi amaçlar için iletişim yoluyla hedef grupların fikirlerini, tutumlarını ve davranışlarını etkilemeye yönelik planlı girişimler anlamına gelmelidir.”

Sofistike propaganda yöntemleri her zaman korku gibi olumsuz duygular üretmeye dayalı olmuştur. Özelde politikacıların ve genel olarak tüm devlet ve devlet biçimlerinin ilerleme/iyileştirme vaatleriyle iktidara gelmek veya yönetmeye devam etmek için insanların korkularını istismar etmeleri, siyasetin kendisi kadar eski bir araçtır. Savaş, hastalık, doğal afetler ya da ekonomik krizler gibi durumlar her zaman insanları kitlesel manipüle etmek için en uygun zeminler olmuştur.

Hardinghaus, kamuoyuna duyurulan bir felaket korkusunun yoğun şekilde işlenmesi sonucunda, temel haklarını ellerinden alan veya onları büyük ölçüde kısıtlayan yasaları bile vatandaşların kabul edebileceğini vurgular. Ona göre propagandacı, medyada her zaman kendisini bir kurtarıcı olarak gösterir ve yalnızca kendisinin veya aldığı önlemlerin yaklaşan felaketi önleyebileceğinin bilinmesini sağlar. İktidardakiler bir diktatörlük tasavvur ettiklerinde korku yaratarak propagandayı uç noktalara taşımaya devam edebilir. Böylece kandırılan insanların kendilerini savunacak hiçbir yolu kalmayıncaya kadar gittikçe daha büyük bir gücü ele geçirebilirler. Başlangıçta halkın sesine kulak veren medya, daha sonra yeni muktedir naibe ait olur ve diğer tüm devlet organları gibi hizaya getirilir.

“Orduda komuta askerlere fiziksel olarak boyun eğdirdiği gibi, propaganda da kitlelerin zihinlerini yönlendirir.” der Amerikalı psikolog Edward Bernays.

Bu tür yöntemlerin etki alanından kurtulmak mümkün aslında. Bireyin aklını kullanma ve rasyonel düşünme becerisine sahip olması, kendisiyle yüzleşerek ilkeli davranması, sağlıklı bir sosyal çevre edinmesi ve öğrendiği bilgiyi güvenilir farklı kaynaklardan doğrulatması gibi adımlar atılabilir. Ama… Aması var işte!

Şimdi bir insan düşünün; içinde inanılmaz fecaatlerin, hukuksal keyfi uygulamaların, ekonomik dengesizliklerin, aleni yalanların, manipülasyonların ve propagandanın, arsız yüzsüz çakal politikacıların cirit attığı bir ülkede yaşasın. Fakat bütün bu fecaatlere aldırmasın, keyfi uygulamaları, ekonomik dengesizlikleri görmezden gelsin, aleni yalanların, manipülasyonların ve propagandanın farkına varamasın, bir de üstüne üstlük tüm bunların sorumlusu ahlaksız, şarlatan politikacıları desteklesin! Nasıl bir kişiliktir bu, artık adını siz “koyun”!

Muhammet Mertek

 

Letzte Aktualisierung: 4. April 2024
Zur Werkzeugleiste springen