Makaleler

Alman Anayasası niçin önemli?

Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası, Nazi diktatörlüğünden sonra 25 Mayıs 1949’da kabul edildi. O tarihten beri insanı merkeze alan demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü bir sistemin teminatıdır. İlk maddesi anayasanın ruhudur: “İnsanın onur ve haysiyeti dokunulmazdır. Tüm devlet erki ona saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdür.”

Alman anayasası (Grundgesetz), yürürlüğe girdiği her yıldönümünde gündeme gelir. Çünkü İkinci Dünya Savaşı’ndan da ağır yenilgiyle çıkan Almanya, kısa sürede ayağa kalktıysa bunu önemli ölçüde anayasasına borçludur.

Alman toplumu, bütün farklılıklarıyla anayasada vücut bulan bu toplumsal sözleşme etrafında kenetlendi. Canla başla çalışarak dünyanın en gelişmiş ülkelerinden bugünkü Almanya’yı kurdu. Dünyada İnsani Gelişim, Liberal Demokrasi gibi endekslerde ilk sıralarda yer alan ve en saygın pasaporta sahip olan bir ülkeyi.

Bu topraklardan demokratik yollarla iktidara gelip, tarihin en barbar soykırımlarından birini uygulayan faşist bir diktatörlük geçti. Milyonlarca insan hayatını kaybetti, geriye kalanlar uzun travmalar yaşadı. Devasa bir ekonomik ve beşerî yıkımdan sonra yeniden dirilmenin tek bir yolu vardı: Evrensel değerlerden oluşan bir anayasa ve hukuk sistemi etrafında toplanmak ve hızla toparlanmak. İşte Alman halkı bunu büyük bir özveriyle gerçekleştirdi. Evvela çağın ihtiyaçlarına göre eğitimde ciddi reformlar yaptı. Sonra Nazi Almanyası’nın bütün günahlarıyla açıkça yüzleşmesini bildi. Ve bunları yeni nesillere aktarmak için ırkçılığa ve diktatörlüğe karşı ikinci bir aydınlanma yaşadı, yaşıyor.

Hatta yine bir parti demokratik yollarla iktidara gelebilir, Nazi döneminde olduğu gibi başkan meclisi feshedebilir, KHK’larla bütün gücü ele geçirebilir ihtimali de düşünülerek en son sözü söyleme ve karar yetkisi anayasa mahkemesine verildi. Hiçbir kurum ve kişi, bu mahkemeyi aşarak anayasaya ters hiçbir girişimde bulunamaz. Cumhurbaşkanı  sadece temsili yetkilere sahiptir.

İnsan bazen zihnini kemiren sorulardan kurtulamaz: Almanya tarifi imkânsız felaketlerden sonra ayağa kalkarken, İkinci Dünya Savaşı’na bile girmemiş birçok İslam memleketi niçin bunu bir türlü beceremiyor? Cevabı çok açık: Çünkü Müslüman toplumlar hukuk ve ortak bir anayasal sözleşme etrafında toplanma ve bunu uygulama becerisini gösteremiyor. Hâlâ kabile veya aşiret anlayışıyla yaşayıp, demokratik çoğulcu bir iradeden çok uzakta bulunuyor. Bir ülkede yaşayan farklı toplum kesimleri ortak bir anayasada anlaşamıyor, farklı dini ve siyasi görüşlerden dolayı birbirlerini vatan haini, terörist, ajan, düşman gibi nitelemelerle nefret kusuyor, sadece kendine demokrat kesiliyor ve sadece kendine adalet istiyorsa o toplum gelişemez. Sosyolojik gerçeklik bu sonucu doğurur çünkü. Suriye’den Afganistan’a, Türkiye’den Sudan’a kadar manzara böyledir. Nitekim toplumlar doğası gereği heterojen olduklarından (Habermas) ortak payda hukuktur ve bütün vatandaşları ancak anayasa eşitler. Evrensel hukuk normlarının esamisi okunmayan Müslüman memleketlerin acınası hali ortada. Yolsuzluk, yalan ve talanda zirveyi tutan despot yöneticiler bir yanda, cehalet ve fakirlik içinde kıvranan, medeni dünyadan kopuk, ciddi bir obskürantizme maruz halk yığınları diğer yanda… İflah olmaz bir kader…

Anayasa ve onun toplumdaki değerinin, Almanya’daki çoğu göçmenler tarafından da göz ardı edilmesi oldukça anlamlı. Armin Laschet, 2006’da uyum bakanı iken, uyum açısından anayasanın önemini şu sözlerle özetlemişti: “Yeni geliştirdiğimiz uyum politikamızda göçmenlere saygı duyuyoruz ama aynı zamanda onlardan da anayasamıza ve temel değerlerine, içinde yaşadıkları ülkenin kanunlarına, diline, tarihine ve kültürüne saygı duymalarını bekliyoruz.”

Alman siyasetçiler ve bürokratların birleştikleri bu anayasa vurgusunda haksız sayılmazlar. Nedeni belli: Alman anayasası ve barındırdığı temel evrensel değerler, kuvvetler ayrılığını en iyi şekilde düzenler. Demokratik hukuk devletini temel esaslara oturtur ve bunları herkese karşı korur. Her vatandaş, kendini temel hak ve hürriyetler açısından güvende hisseder. Alman anayasası, dini inançları devlet güdümüne bırakan katı bir laiklik anlayışı yerine, katılımcılığı ve iş birliğini önceler. Devlet, dini grupları muhatap alıp karşılıklı komisyonlar kurarak birlikte ve hukuk çerçevesinde problemleri çözmeye çalışır. Grundgesetz, gerçekten saygıyı hak eden güzel bir anayasadır.

Entegrasyon saplantısı olan bazı Alman çevrelerin, “dilimizi öğrenin, Grundgesetz’i kabul edin,” diye ikide bir buyurgan bir tutum sergilemeleri yadırganabilir. Dil ve anayasa çok önemli olmakla birlikte adeta kutsanarak ve dayatmayla öğrenilecek şeylerde  değil. Demokrasi, hukuk, hukuk devleti, fikir ve basın özgürlüğü, anayasa, insan hakları, çoğulculuk ve din-devlet ilişkileri gibi birçok alanda bir bilinç geliştiremeyen toplum kesimlerinden kısa sürede bir beklentiye girmek beyhude. Türk(iyeli)ler hakkında „Almanca düşmanı, bilerek bu dili öğrenmiyor, anayasaya isyan ediyor veya onu değiştirmeye çalışıyorlar“ gibi genel bir yargı da yanlış. Çünkü bu konuda olumlu gayret gösteren azımsanmayacak oranda Türkiyeli var Almanya’da. Türk toplumunda genel olarak anayasayı ve hukuk devletini merkeze koyan bir kültür alt yapısı zaten ara ki bulasın. Devleti kutsayan bir kültün, demokrasi ve hukuk devletini temel alan anayasaya bigâne kalması gerçekten bir paradoks.

Velhasıl anayasanın önü öncelikle Amerika, İngiltere ve Fransa’dan oluşan Batı İtilaf Devletleri’nin bağımsız bir Alman devletinin kurulması kararıyla açıldı. Ayrıca hem Weimar Cumhuriyeti’nin ve anayasasının başarısızlıkla sonuçlanmasından hem de Nazilerin korku ve dehşet saçan rejiminden çıkarılan dersler yeni anayasa tartışmalarında etkili oldu. Her parti ve eyaletten seçilen 65 üye ile oy hakkı olmayan beş Berlin milletvekilinden bir Parlamenter Konsey oluşturuldu. Bu Konsey, Eylül 1948’den itibaren tam dokuz ay çalıştıktan sonra 146 maddelik anayasayı hazırladı. Konsey başkanı ilk şansölye olacak Konrad Adenauer (Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi), ana komisyon başkanı ise Carlo Schmidt (Sosyal Demokrat Parti) idi.

Böylece Grundgesetz, 23 Mayıs 1949’da Bonn’da kabul edilmesinden iki gün sonra yürürlüğe girdi.

Dünyanın en güzel anayasalarından olan Grundgesetz, öncelikle insan ve özgürlük odaklıdır. Çoğulcu, demokratik, liberal bir hukuk devletinin temel niteliklerini içinde barındırır. Almanya’da yaşayan herkes anayasal haklarından haberdar olmak zorundadır. Özellikle Müslümanlar için yaşadıkları toplumu ve mantalitesini tanımaları açısından temel bir görev. Yarım asırdan fazla içinde yaşadığımız, hatta vatandaşı olduğumuz ülkenin sunduğu bazı hak ve özgürlükleri bilmekle işe başlanabilir. Demokrasilerde hak verilmez, istenir çünkü.

İşte Alman anayasasının konumuzla ilgili ilk maddeleri:

Madde 1: (1) İnsanın onur ve haysiyeti dokunulmazdır. Tüm devlet erki ona saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdür. (2) Alman Milleti, bu nedenle dokunulmaz ve devredilmez insan haklarını, yeryüzünde her insan topluluğunun, barışın ve adaletin temeli olarak kabul eder.

Madde 2: (1) Herkes başkalarının haklarını ihlal etmemek, Anayasal düzene veya ahlak kurallarına aykırı düşmemek koşuluyla, kişiliğini serbestçe geliştirme hakkına sahiptir. (2) Herkes, yaşam ve beden bütünlüğünün korunma hakkına sahiptir. Kişi, özgürlüğüne dokunulamaz. Bu haklar, ancak bir yasaya dayanarak sınırlandırılabilir.

Madde 3: (1) Bütün insanlar yasa önünde eşittir. (2) Erkek ve kadınlar eşit haklara sahiptir. (3) Cinsiyeti, soyu, ırkı, dili, yurdu ve kökeni, inancı, dinî veya siyasî görüşleri dolayısıyla hiç kimse mağdur edilemez veya hiç kimseye imtiyaz tanınamaz.

Madde 4: (1) Din ve vicdan özgürlüğü ile din ve dünyevi inanç özgürlüğüne dokunulamaz. (2) Dinin rahatsız edilmeden uygulanması güvence altındadır.

Madde 5: (1) Herkesin, düşüncesini, söz, yazı ve resimle serbestçe açıklayıp yayma ve herkese açık olan kaynaklardan, hiçbir engele uğramadan bilgi edinme hakkı vardır. Basın özgürlüğü ile radyo ve film aracılığıyla haber verme özgürlüğü güvence altındadır. Sansür uygulanamaz. (2) Bu haklar, genel yasaların hükümleri, gençliğin korunması hakkındaki yasa hükümleri ve kişisel şeref hakları ile sınırlıdır.

Madde 7: (1) Bütün okul rejimi devletin denetimi altındadır. (2) Çocukların din dersine katılıp katılmayacaklarına karar vermek, velilerin hakkıdır. (3) Din dersi, mezhepsiz okullar dışındaki kamu okullarında olağan derslerdendir. Din dersi, devletin denetim hakkına zarar vermeyecek şekilde, dini toplulukların temel ilkeleriyle uygunluk içinde verilir. (4) Özel okul açma hakkı güvence altındadır. Kamu okullarının yerine geçmek üzere özel okullar, devletin izniyle kurulurlar ve eyalet yasalarına tabidirler. Eğitim hedefleri, donatım ve öğretim kadrosunun bilimsel yöntemlerle yetiştirilmesi ve öğrencilerin anne ve babalarının varlık durumlarına göre ayıklanmasına yol açmadıkça, özel okullar açılmasına izin verilir. Öğretmenlerin ekonomik ve yasal durumlarının yeterli derecede güvencesi sağlanmadıkça, izin verilmez.

Muhammet Mertek

Letzte Aktualisierung: 8. März 2022
Zur Werkzeugleiste springen