Avrupa’daki gençlerin içine itildiği hayat anlayışı, son yıllarda Türkiye gibi Müslüman ülkelerde de görülüyor. Bunların başında, kız-erkek münasebetlerindeki ölçüsüzlükler, müzik, spor ve eğlencenin hayatın dengesini bozacak derecede aşırılaşması ve garip giyim-kuşam tarzları geliyor.
Son zamanlarda Avrupa’da piyasaya çıkan kitaplar, çocukların ve gençlerin içine düştüğü bu durumu ele alıyor. Görünür problemlerin sebepleri belli, teşhisler doğru, gözlemler isabetli… Almanya’da son on beş yıldır, ilk-orta öğrenimdeki çocuklar ve gençler, daha hırçın ve egoist davranışlar sergiliyor. Bugün sınıflarda gürültü had safhaya ulaşmış durumda; öğrenciler derslere odaklanamıyor, vandalizm (çevreye ve eşyaya zarar veren davranış biçimi) eğilimleri gösteriyor ve öğrenmeye kapalı kalıyor. Diğer yandan, öğretmenler de gelecek nesilleri yetiştirmeyi bir hedef olarak önemsemediğinden, heyecanlarını kaybetmiş durumda ve motive olamıyorlar. Neticede eğitim/öğretim seviyesi hızla düşüyor. Bazı Alman pedagoglar, altmışlı yılların kalabalık sınıflarında rastlanmayan bu durumu ‚okul şartlarının büyük nispette değişmesi’yle izaha çalışıyorlar. Fakat bu, tek başına belirleyici bir ana sebep olarak gözükmüyor. Çözüm olarak, Alman pedagog Dr. Fritz Haselbeck: „Problemlerle dolu, karmaşık bir dünyada gençlerin doğru istikamet sunan yeni değerlere ve ders muhtevasına ihtiyaçları var.“ teklifinde bulunuyor. Bu doğru; ancak, hangi değerler ve muhteva ile olacak bunlar? Gençlerin hırçın ve egoist davranışlarının sebebi daha derinlerde olamaz mı? Gençlere gerek ailede, gerekse okullarda insanın yaradılış gâyesine ve fıtratına uygun bir ahlâkî istikamet gösterildiği söylenebilir mi? Yoksa büyüklerin büyük bilgisizlik ve ihmâliyle onlar hayatlarını ’nefs’in eline mi teslim ettiler? Sahi, tüketim toplumlarında gençler hayatın gayesini nasıl açıklıyor?
İnsanı yalnız ‚biyolojik‘ yanıyla ele alan eğitim modellerinin nelere sebep olduğunun şaşkınlığı yaşanıyor şimdilerde. Sınırsız serbestiyet, eğlenerek öğrenme, ferdiyetçi eğitim bir çıkış yolu gibi sunularak, popülerize edilmişti bir zamanlar. Bugün Almanya’da okuldan hiçbir diploma almadan ayrılan ve eğitilemez durumda olan gençlerin oranı yüzde 25–30 civarında. Okullarda disiplinin sağlanması için, daha sert tedbirlerin alınması yüksek sesle talep ediliyor artık.
Bu mevzuda, Batı’daki sosyo-kültürel şartlar ve bunların gençler üzerindeki menfî tesirleri analiz edilmeden problemi ele almak yeterli olmayabilir. Zîrâ, günümüz Avrupa’sında yaşanan sosyal problemlerin tarihî bir süreci var. Bu süreçte, kilisenin dogmatizmine karşı gelişen pozitivist anlayışın payı büyük. Aydınlanma hareketiyle bilim-insan-tabiat münasebetleri metafizik ve dinî temellerinden koparıldı. Bu kopuş, insanı yozlaştıran felsefî akımlarla daha da hızlandı. Batı’nın son birkaç asırlık sosyolojik geçmişinden, Türkiye de dâhil, dünyanın önemli bir coğrafyası nasibini aldı. „İnsan özgürlüğünü yaşasın!“ anlayışıyla, onun enaniyeti daha da kamçılandı ve insan kendine tapan bir esbabperest hâline getirildi. Nefsî arzularının rehberliğinde, ahlâkî bir erozyon yaşadı. Bediüzzaman (ra) insanın son asırlarda içinde bulunduğu bütün bu menfîlikleri, muzır felsefe ile sefih medeniyete bağlar.
Bilhassa 68 kuşağı, 70’li, 80’li yılların Alman-ya’sında otorite karşıtlığına dayanan ve ahlâkî değerlerden arındırılmış eğitim modellerini uygulamaya koydu. Onlara göre, gençler kendileri için neyin iyi, neyin kötü olabileceğini yetişkinlerden öğrenmemeliydiler. Bunun yerine, her şeyi kendileri tecrübe etmeli ve yetişkinlerin dünyasından mümkün olduğunca az etkilenmeliydiler. Böylece hayatlarıyla ilgili her konuda kendileri belirleyici olmalıydılar. Ancak, derinliksiz düşüncelerin ve pozitivist yaklaşımın onları yanılttığı görüldü. İnsanın en önemli yanı olan ruhu ve mânevî dünyası ihmâl edildi. Oysa ruh, insanın gerçek hayat, idrak, his, şuur ve davranışlarının kaynağıydı. İnsanın insanlaşması bu yönlerinin ele alınıp eğitilmesine bağlıydı. İnsan bu mânevî dinamikleriyle, sevgi dolu bir aile ortamında şefkatle olgunlaşmalıydı.
Eğer gençlerin biyolojik ve psikolojik yaşları arasında uçurumlar oluşmuşsa, bunun sebebi, yukarıdaki insan anlayışının dikkate alınmamasıydı. Artık gençlerin birçoğu öyle bir hâlet-i ruhîye içinde yaşıyor ki, çevreleriyle dengeli münasebet kuramadıkları gibi, dışarıdan onlara yaklaşmak da iyice zorlaştı. Yani hem çevrelerini insana yakışmayan davranışlarla rahatsız ediyorlar, hem de dışarıdan gelen her türlü olumlu yönlendirme gayretine karşı kendilerini kapatıyorlar. Yeterince psikolojik olgunluğa ulaşamayan çocuklar, yanlışı doğrudan ayırt edemiyor. Bugünkü Alman okul sisteminde eğitimin öncelikleri arasında yer alan „Allah’a tâzim duyulması“ prensibi problemi tek başına çözmüyor. İfrat-tefritlerle dolu olan Almanya gibi Avrupa ülkelerinin tarihinde, hemen her biri insanla ilgili her şeyi açıklama iddiasındaki bunca felsefî akımın gelişmesi boşuna değil. Bugün gençlerin doğru istikamet bulamamalarının sebepleri arasında; iyi örnek görememe, kötü arkadaş baskısı, sorumsuz medya, nefse hitap eden reklâmlar, zararlı internet siteleri, şiddete teşvik eden bilgisayar oyunları sayılabilir. Bütün bu menfî tesirlere maruz kalan gençler kendilerini tehdit eden zararlı alışkanlıkları zamanında fark edemedikleri gibi, insan fıtratının tabiî olarak meyledeceği değişmez doğruyu bulmaya da gayret etmiyorlar. Küresel tüketim fırtınasına tutulmuş bir vaziyette, düşünmeye bile fırsat bulamadan nefsî arzularının istikametinde bir fıtrat bozulmasına doğru sürükleniyorlar. Bu durumun asıl sebebi yaratılış inancının pörsümesi ve aile ortamındaki eğitimsizliktir. Çocuğun ahlâkî terbiyesi ihmal edilerek, yalnız biyolojik ihtiyaçları gideriliyorsa, hayâ, günah gibi kavramlar lügatlerden silinmişse, bu neticeyi yadırgamamak gerekir.
Gelinen noktada anlaşıldı ki, aile içi eğitim sadece dört duvar arasında ve akşam vakitlerine sıkıştırılacak basit bir faaliyet değildir; hele bir de nesiller idrak ve izanlarını kaybettikten sonra. İnsanın, ailenin ve eğitimin yeniden sorgulandığı, çözüm arayışlarının arttığı yeni bir dönem bizi bekliyor. Bu gidişattan kurtulmanın ilk şartı, ahlâkî değerlerin erozyona uğradığını kabul ederek, fazilet ve doğruluk eksenli yeni değerleri hayata geçirmenin gerekliliğine inanmaktır. İkinci olarak, yetkililer metoda vurgu yerine, muhteva ve öze inerek, nesillere dosdoğru olma istikametinde mânevî değerleri sunmalıdırlar. Fakat Avrupalılar, gençlere hayâ anlayışını kazandırmaya, cinsel hürriyetin fert ve aile hayatını bitirdiğini kabullenmeye, Allah ve Âhiret inancını ahlâkî değerlerin temeli görmeye ne kadar hazırlar acaba?
‚Orientierung‘ (oryantasyon, yönlendirme) kavramından da anlaşılacağı üzere ‚istikamet bulma’da bir dönem Doğu temel kabul ediliyordu. Aslında bütün semâvî dinlerin işaret ettiği ’sırat-ı müstakim’i, yani doğru yolu, İslâmiyet 1400 küsûr seneden beri insanlığa ilân ediyor, müntesiplerine günde en az kırk defa hatırlatıyor.
Her ne kadar Türkiye’de Batı’nın tesiri altında benzer problemler yaşayan gençlerimiz bulunsa da, kendi olmayı başarmış, mânevî yönü güçlü, iradesi sağlam nesiller var. Ve onlara hayat veren dinamikler, sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada gençlerin bunalımlarına çareler sunuyor.
01 Eylül 2009