Makaleler

Hangi görüştensin?

İş icabı olan bir tanışma faslından sonra usta sordu: “Sen hangi görüştensin?” Neyi kastettiğini anladım, ama muziplik olsun diye “bazı konularda liberal düşünüyorum, çevreciyim, demokrasiden yanayım…” dedim. Biraz da alttan alarak ne demek istediğini sordum. “Yani CHP’li misin, Alevi misin? Hocacı mısın? Süleymancı mısın?” diye karşılık verdi.

Oldum olası şu, şu’cu bu’cu nitelemelerinden hiç hoşlanmıyorum ya, bu arkadaş tam da damarıma bastı. „Ya ben bu “-ci’li, cu’lu şeylerden hiç hoşlanmadım şimdiye kadar, halen de hoşlanmıyorum. Hasbelkader Türküm, Müslümanım, bir de Alman vatandaşıyım. Yeter mi bu kadar?” demek oldu ilk tepkim.

Usta, yeme atlamadığımı fark edince araya girdi ve dilinin altındaki baklayı çıkarıverdi:

“Aslında ben de öyle düşünüyorum. Ama eskiden bir ekonomi bakanı vardı ya, Derviş mi neydi adı. O zaman Ziraat Bankası’nda 50 bin eurom vardı. Babamın hastalığı vs için çekmek istedim. “Hepsini alamazsın. On bin verebiliriz, patron başka yerde, haftaya gelirsen kalanını o zaman verebiliriz”, dediler. Şimdi ise gittiğimde bana “bu kadar parayı niye bankada tutuyorsun, git gayri menkul al, daha çok kazanırsın” dediler. Onun için şu an Türkiye çok gelişti çok.”

Hani “ayıkla pirincin taşını, ayıklayabilirsen” demeden hakkını teslim etmeliyim. Türk insanının gelişmişlik parametresi veya algısı ancak bu kadar mükemmel anlatılabilir. Ne de olsa necip insanımız sağduyuludur(!), her şeyi anında bir çırpıda çözer(!). Öyle ki Hitler’e bile demokrasi elbisesi giydirebilir. Neticede seçimle gelmiştir, zamanın en büyük yatırımları olan otobanlarla ülkeyi bir ağ gibi örmüştür, on binlerce ton kömür dağıtmıştır… Tank, uçak fabrikaları (gerçekten) kurmuştur vs. İşte sana güçlü lider, güçlü demokrasi!? Yoksa ne yapacaksın demokrasiyle, turşu mu kuracaksın!.. Irkçılık, faşizm.. hep uydurma şeyler zaten!

Neyse.. adamın gelişmişlik ölçüsü karşısında apışıp kalınca lafı kimlik konusuna çektim. “Benim için üst kimlik yeterli. Türksem, Türk kültürüne göre, Müslümansam İslami/insani evrensel değerlere göre yaşamaya bakarım. O bahsettiğin şu’cu, bu’cu şeyler alt aidiyetlerle alakalı, pek önemli sayılmaz yani. Farklı görüşlerden doğal ne olabilir? Hem insanın karakterine, kendini nasıl tanımladığına bakmak daha mantıklı. İnsanlara şu’cu bu’cu yaftalar takıp önyargılı yaklaşmak uygun da değil, etik de”, diye bazı şeyler anlatmaya çalıştım. Çalıştım ama hayata sadece bir iğne deliğinden bakana bir şey anlatmak ne mümkün!

Ustanın sözünü aynı tonda sürdürmesiyle akıl kilidinin kapanmaya yüz tuttuğuna şahit olunca istemsiz irkildim:

“Geçende memleketime gittim, eskiden olmayan şeyler yapıldığını gördüm, bir şeyler yapılıyor ya!”

“Ne mesela?”

“Yol, kanalizasyon, dinlenme parkı…”

Gelişmişlik adına verdiği örnekler, sıradan en basit belediye faaliyetleri sadece. Ancak bir türlü çözemediğim akıllara ziyan nokta şu: Yıllarca Almanya’da yaşayıp buradaki hayat standardını, belediye hizmetlerini, şehir düzenini, sosyal ve teknik altyapı imkânlarını bizzat gören (kim bilir belki de göremeyen!) bir insan, nasıl olur da buradaki yapılanların binde biri bile olamayacak işleri gelişmişlik kriteri sayabilir? İbreti alem bu durum karşısında çaresizce çark ettim.

İşini de dürüst yapmayan ustaya bir an “Su-i misal emsal olmaz” sözünü hatırlatmak geçti içimden. Ama eskinin çok kötü uygulamalarını esas alması karşısında söylenebilecek bu atasözünden haberi olup olmamasının veya kötüyü daha az kötü ile kıyaslama gibi çarpık bakış açısının bir hükmü de kalmadığından vazgeçtim. Kendi yaşadığı ve olumlu bulduğu bir tecrübeden hareketle bütünü onun üzerinden değerlendirme yanılgısına düşen sadece o mu? Her türlü imkânı elinde bulunduran belediye bir köprü, bir yol, bir park, hatta bir üst geçit yapmakla rahatlıkla destek bulabiliyor. Fakat kimse imkânların ölçüsüne göre neden Avrupa’daki gibi bir şehirde yaşamıyoruz, oradaki hayat kalitesine sahip değiliz diye aklının ucundan geçirmiyor.

Sadece bu mu aklından geçirmediği… Ne şu’cu, bu’cu yaftalamasının toplumu nasıl böldüğünün, ne siyasetçilerin nefret diliyle toplumu nasıl ayrıştırdığının farkında, ne de insan hakları, demokrasi, özgürlükler, hukuk(suzluklar), çevre vandalizmi, betonlaşma, işkence, yolsuzluk, ahlaksızlık vs umurunda. Nasıl olsa “bu kadar parayı bankada niye tutuyorsun, git gayrimenkul ile değerlendir” demişler ya… Gerisi hikâye. Basite indirgemeciliğin en yalın örneklerindendir bu. “Vatan, millet, bayrak” edebiyatı da hep bu ‘bilgi’den yoksun indirgemeciliğin izdüşümleri değil mi? Hangi kültür havzasında olursa olsun katıksız cehaletin ortak paydasıdır indirgemecilik. Popülizm ve komplo efsaneleri bu sayede yığınlar nezdinde karşılık bulur. Hiçbir sanat, kültür, bilgi üretmeyen insanlar/topluluklar efsanelerle avunur çünkü! Günümüz Almanya’sındaki medya için “gleichgeschaltet” (tek merkezden idare ediliyor!) gibi absürt bir iddiada bulunmak, İstanbul Havaalanı’nın tek başına ülke ekonomisini şaha kaldıracağına inanmak, insanları/toplumları “biz ve onlar” eksenine oturtarak ötekileştirmek gibi sayısız örnekler aynı çarpık bakışın tezahürleri…

Neticede usta, şu’cu bu’cu bağnazlığından kurtulup beni önyargılarına hapsetmeden, en başta insan ve bir dünya vatandaşı olarak algılayabildi mi? Sanmıyorum. Ama hangi görüşten olduğumu anlamadığı kesin! Zaten mümkün de değil. Çünkü insan bir görüşten olmaz! Toplum, ekonomi, demokrasi, bilim, sanat, çevre, devlet, şehirleşme, siyaset, din, ahlak, tarih, aile, spor, insan hakları, hukuk, özgürlük, dijitalleşme, eğitim, sağlık gibi belli konular üzerine belli görüşleri olur. İnsanı tek bir görüşe hapsetmek, onu öldürmek demek! Ve yığınlar genellikle böylesi ölülerden oluşur.

 

 

 

Letzte Aktualisierung: 22. Dezember 2020
Zur Werkzeugleiste springen