Makaleler

Stasi’nin susturamadıkları

On beş yıl önce tanıştığım Gerhard Peschers’in daveti aslında basit bir olaydı. Gerhard Bey yıllar önce Hamm’da, daha sonra Münster’de mahkûm kütüphanelerinden sorumluydu. İlk tanıştığımız sıralarda evime davet etmiş, kütüphaneci olduğu için yeni basılan „Der Islam“ isimli kitabımı hediye etmiştim.

Geçen Kurban Bayramı sonrasında aradı ve bir komşusuyla Hz. İbrahim’in kurban hikayesini konuşurken, acaba İslam’da nasıldı diye kitabın ilgili kısmına baktığını söyledi. Telefonda eskiyi anarak biraz muhabbet ettik. Aradan bir süre geçti ve bu sefer davet sırası ondaydı, hem de Münster hapishanesinde yıllık bir toplantıya. 

Gerhard Bey Almanya’da mahkûm kütüphanelerinin yaygınlaşmasında büyük katkıları ve gayretleri olan bir kişi. Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde on dört hapishanenin yedisinde mahkumlara yönelik kütüphane açılmasında emeği geçmiş. Büyük başarı. On yıl önce Mahkûm Kütüphaneleri Derneği’ni kurmuş. Yirmi dört üyeyle kurulan derneğin üye sayısı on yılda 120’ye çıkmış. Hâlâ başkanlığını yaptığı bu derneğin yıllık üye toplantısına daveti benim için sürprizdi. Ama on beş yıl aradan sonra yüz yüze görüşmek için bir fırsattı da.  

Daveti tereddütsüz kabul ettim. İlginç bir atmosfer olacağını tahmin ediyordum. Hem kütüphaneyi de yerinde gezecektik. Gezecektik ama beş bin adet kitabın yerinde yeller esecekti. Çünkü 1853 yılında şehrin tam merkezinde yapılan tarihi bina yıkılma tehlikesine karşı yaklaşık 500 mahkûm başka yerlere nakledilir, haliyle kütüphane de kapatılır. Talihsizliğe bakın ki, Peschers’in büyük emeklerle kurduğu bu mahkûm kütüphanesi 2007 yılında 30 bin avroluk ödülle „yılın kütüphanesi“ seçilir. Mahkumların okuduğu ve üzerinde ilginç notların yazıldığı birkaç kitabı da biz taşıdık. Kısa süre öncesine kadar oldukça düzenli şekilde konularına göre ayrılan 5000 kitaba sahip bu güzel kütüphaneye veda hüzünlüydü.

Dünyada ne böyle hüzünlü vedalar biter ne de basit, ama doğurgan buluşmalar. .. Bazen hoş rastlantı diyebileceğimiz basit bir buluşma, başka nice güzel buluşmalara vesile olur. Toplantı salonundaki masaların üzeri çikolata ve atıştırmalık yiyecek-içeceklerle, etrafı ise yirmi beş kadar üyeyle dolu… Ben ise sol tarafımda oturan hafif sakallı, çilekeş görünümlü insanın kim olduğundan habersiz toplantıyı takip ettim. Bu şahsın yazar olduğunu toplantı sonrası beraber bir lokantaya yürürken öğrenecektim. Lokantada muhabbet koyulaşınca içimden toplantıya katılmamın hikmetlerinden birinin bu tanışma olduğunu geçirdim. Yoksa Alexander Richter isimli Stasi hapsenesinde ikibuçuk yıl geçiren, 30’a yakın kitabı bulunan bir yazarla nerede, nasıl karşılaşabilirdim.

Eskiden Anadolu’da olurdu böyle tanışıklıklar. Hani insan bir berberde, pazarda veya herhangi bir yerde kısa sürede hoş beş eder de 40 yıllık ahbap gibi oluverir ya, aynen öyle… Sempatik ruha sahip Alexander ile böyle bir dostluk gelişti aramızda.

Aradan iki üç hafta geçmişti ki Münster’de beni bir programa davet etti. Alman Yazarlar Birliğinin de desteği olan sanat, kültür, müzik içerikli bir program. Daha doğrusu Molla Demirel isimli bir yazar ve şairin sanat ve edebiyata verdiği 50 yıllık hizmetini onurlandırma gecesi. Bir okulun salonu sanat, kültür, edebiyat çevrelerinden yaklaşık 200 Türk, Kürt, Alman katılımcıyla dolu. Hanımıyla gelen Alexander ile burada da muhabbetimiz devam etti.

Aradan birkaç gün geçince bana iki kitabını gönderdi. „Das Lindenhotel oder 6 Jahre Z. für ein unveröffentliches Buch“ (Linden Oteli veya Yayınlanmamış Bir Kitap İçin 6 Yıl H. (yani Hücre) isimli eserini bir solukta okudum. Diğerini de… „Die gestohlene Himmelfahrt, 14 Geschichten aus der DDR“ (Çalınan Gök Yolculuğu, DDR’den 14 Hikaye).

Alexander Richter üzerinde durmadan bu eserlerin içeriğine geçemeyiz. Doğu Almanya’nın kurulduğu 1949 yılında doğan Alexander, o zamanlar Doğu Almanya’ya ait olan Potsdam şehrinde liseyi bitirir (1964-68). Kariyerine bir buçuk yıllık temel askerlik görevinden sonra devam eder. Berlin Humboldt Üniversitesi’nde İktisadi Bilimler bölümünü okur. 1974 yılından itibaren maliye bakanlığında çalışmaya başlar. İş ve maddi imkanlarının iyi olmasına rağmen sosyalist rejimin çarpık uygulamalarına bizzat şahit olur ve çatışma içine girer. 1978 yılından sonra kendini edebiyata verir. Doğu Almanya’nın hemen bütün toplumsal alanlarında baş gösteren yolsuzluğun ve kötü ekonominin nasıl uygulandığını kısa hikayelerle ve çaplı bir romanla anlatmaya çalışır. Ancak roman daha basılmadan 1982 yılında Stasi tarafından bütün çalışmalarına el koyularak tutuklanır. Tam 11 ay tutuklu yargılandıktan sonra Devlet Düşmanlığı Kışkırtıcılığı’ndan altı yıl cezaya mahkûm edilir. 1985 yılına kadar Stasi’nin „Lindenhotel“ isimli gizli hapishanesinde zor şartlarda yatar. Bir anlaşma gereği Federal Almanya Cumhuriyeti tarafından, belli mahkûmlar için öngörülen belli miktarda bir „fidye“ ödenerek bu ülkeye gelir.

Yeri gelmişken bu „fidye“ meselesini biraz açabiliriz. Diktatörlerle ilişkileri şaibeli olan Franz Josef Strauß, 1983 yılında Bavyera Eyaleti başbakanı olarak Doğu Almanya ile milyarlık kredi anlaşması yapar. Bu çerçevede Stasi hapishanelerinde tutuklu bulunan bilim insanı, sanatçı, edebiyatçı, gazeteci gibi belli mesleklerden binlerce insan için herkesin durumuna göre belli miktarda para ödeyerek Batı Almanya’ya getirtir. Binlerce insanın sadece düşüncesinden dolayı uğradığı zulümden kurtulmasını sağlar. Sağlar ama 2000 yılında Focus dergisi Bavyera Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın, 1990 yılında DDR istihbarat servisinin içinde Strauß’un da bulunduğu Batı Alman politikacıları üzerine hazırladığı dosyaları Doğu Almanya Devlet Güvenlik Bakanlığından ayrılan kişilerden elde ettiğini haber yapar. Zamanın Bavyera Anayasayı Koruma Teşkilatı başkanı Hubert Mehler, Strauß’un itibarını koruma adına Stasi dosyalarını satın alır ve hükümetle anlaşarak yok eder. Bazı politikacıların farklı yönlerini görme adına ibretlik bir olay.

Alexander Richter, Strauß’un bu insanî girişiminden istifade eder ve 1985’te özgürlüğüne kavuşur. Ancak yaşadığı acıları, gelecek nesillere aktarma adına otuza yakın eserde değişik şekillerde işler. Diktatörlükle yönetilen ülkelerde zulmün, keyfiliğin, insanlık dışı uygulamaların nasıl sürdüğünü bu tecrübelerden daha iyi anlıyoruz.

„Das Lindenhotel“ kitabı, bir Stasi hapishanesini en açık şekilde gözler önüne seriyor. Mahkûmlar sadece sabah saat 07:30 ile 08:30 arası can sıkıntısına karşı belli ölçüde meşgul olabiliyor. Mesela hücre arkadaşıyla santranç, domino veya dokuz taş oynayarak… Ki bu oyunlardan biri bir hafta boyunca bir hücrede kalabiliyor. Veya her salı günü değişik konularda bir haftalığına verilen üç kitapla vakit geçirilebiliyor. Flegel’den Marchwitza, Bredel’e kadar onlardan Brecht, Thomas Mann, Remarque ve Marquez’e kadar geniş bir yazar yelpazesi var. Bazıları da bedenen güçlü kalmak için sportif hareketleri tercih ediyor.

Kitap „Mahkûm 46“nın başından geçenleri anlatıyor ki bu Alexander Richter’den başkası değildir. Her mahkûma sadece bir numara veriliyor ve onunla çağrılıyor. Yani insan kemmiyet ifade eden bir rakama indirgeniyor.

Tutukluluk gerekçesi ilginç. Yazdığı roman notlarının bir pasajında Mahkûm 46, „Halk polisi“nin illegal bir gençlik klubünü basarken nasıl aşırı şiddet kullandığını tasvir eder. Sorguya çeken kişi bu kısımla ilgili olarak bu olayın nerede ve ne zaman vuku bulduğunu sorar. Mahkûm 46 şöyle cevap verir: „Polisin güç kullanımını anlatırken somut herhangi bir olayla irtibatlandırmadım. Fakat Doğu Almanya’da korumasız insanlara karşı polis tarafından nasıl sürekli aşırı güç kullanıldığı herkesçe malûm.“ Sorgucu, „Siz söylemek istemiyorsunuz. Biz ikimiz aynı nesle aitsek, benim de bu olayları bilmem gerekmez mi? Veya!“ diye karşılık verir.

Mahkemede savcı şöyle bir soru yöneltir: „Devlet düşmanlığı“ yapan roman notlarınızın bir yerinde sosyalist yüksek öğretim kurumunun üst düzey bir yetkilisini neye dayanarak faşist diye nitelendiriyorsunuz?“ Hayatında hiç ceza almayan Mahkûm 46 sessizce, „belli tecrübeleri bizzat kendim yaşadım.“ der. Bunun üzerine savcı „Yalan! İftira! Aşağılama!“ diye bağırır.

Tutuklandığının ilk günü saat sekizden on ikiye kadar sorgulanır Mahkûm 46. Bu süre içinde sorgulayanın aklına ona bir kahve, en azından bir bardak su vermek gelmez. Ancak öğleyin bir bekçi domates soslu ve sucuklu makarna getirir. Mahkûm 46 isteksiz biraz karıştırır, ama bir lokma bile almaz. Bu durum öğleden sonra yazılan protokollerin birinin son cümlesinde şöyle ifade edilir: „Suçluya saat 12:00’de öğle yemeği verildi. O da bu imkanı kullandı.“

Mahkûm 46, sorgulanmaları sırasında suçlandığı kanun maddelerini daha yakinen incelemek için birkaç kez ceza kanunu kitabı talep eder, ama bu ricası yerine getirilmez. Tutuklandıktan tam 31 saat sonra hâkim karşısına çıkarılır. Avukatına mektup yazmak veya savcılığa bir şey iletmek için kâğıt ihtiyacını sadece sorgu hakimine müracaat ederek karşılayabiliyor. Fakat haftalarca sorgu hâkimi karşısına çıkarılmayınca kâğıt için bile başvurma imkânı bulamaz.

Mahkûm 46, yaşadıklarını şiir diliyle şöyle anlatır:

O kitaba ulaşamadım,
Bir kere bile okuyamadım;
Lakin onun tarafından tutuklandım,
Ki işte bu ceza kanunu kitabıdır.

Sorgucu bu satırları okuyup başını sallar ve der ki: „Burada anlattığınızdan anlaşılıyor ki sizin suç işlemenizden bizim ceza kanunu kitabımız sorumlu. Ayrıca şu an nerede bulunuyorsunuz ve niçin buradasınız bir düşünün!“

Mahkûm 46, özellikle yargı çevresinden adamlardan nefret eder. Çünkü onlar politikanın icracısı olmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Ona göre savcı, hâkim, jüri üyesi, hatta avukat gibi yargıya mensup insanlar, insan düşmanı bu yargı sistemi içinde sadece siyasi olarak açıklanabilecek bir zulmü gerçekleştirmeye kendi istekleriyle karar vermişlerdi. Hem de on binlerce insana büyük bedeller ödeterek… Öyle ki, bilinçli şekilde yapılan bu icraatlar ne affedebilir ne de unutulup örtbas edilebilir.

Mahkûm 46’nın on bir aylık gözaltı süresinden sonra mahkemeye bir minibüsle götürülmesi de zulmün ayrı bir perdesidir. Minibüste her mahkûm için ufacık, daracık bir bölüm var. Bu bölmenin içinde mahkûm diz çökemez, sadece eğilerek girer ve öylece durur, sağa sola dönemez, kıpırdayamaz. Kapak kapandı mı kapkaranlık içinde kalır. Ancak motorun çalıştığını, kapıların kapandığını, arabanın sağa sola döndüğünü anlayabilir o kadar.

Bir de Mahkûm 46’nın hücresinde gördüğü kabuslar var ki… Vahşi hayvanların nasıl etrafını sardığı… Korkudan günlerce uyuyamadığı…

„Bir Adalet Olayı“ hikâyesinde ise Gert Fromberl adlı bir hâkimden bahseder. Ona göre sosyalist hukuk iyi ve kötü diye iki kategoride işler. Fromberl, Jutta isimli sekreteriyle hanımını aldatan, viski ve zevk düşkünü bir kişiliğe sahiptir. Savcı Schenk ve Stasi elemanı Pferdpfoos ile birlikte üç kişilik ekip işbaşındadır. Amaçları yüz bin Doğu Alman markı ile Batıya kaçmaya çalışan çatı ustası Starrnick’i yasaları zorlayarak ve keyfi şekilde en yüksek cezaya çarptırmak: 15 yıl. Alexander Richter, sosyalist ideolojiye sahip bu insanların avukatların hiçbir talebine itibar etmeden nasıl şüpheli durumlardan olayla ilgili işaretler, işaretlerden kanıtlar ürettiklerini bütün çıplaklığıyla ortaya koyar. Çünkü onlara göre tek hakikat bu ideolojidir.

Avukatın itirazına hâkimin verdiği cevap ilginçtir: „Unuttuğunuz bir şey var ki, avukat bey, o da şudur: Hiç kimse paramızı devletimize karşı manipülede ve zararlı girişimde kötüye kullanılacak başka bir ülkeye kaçıramaz. Yine unutuyorsunuz ki, suçlu bu kadar parayı bu ülkede, DDR’de biriktirmiştir. Burada kimsenin özel parası olamaz. Biz hepimiz sadece devletimizin, onun hümanist ve sosyal politikalarının sayesinde varız.“

Avukattan iş çıkmayınca Starrnick’in kendini savunmaktan başka çaresi yoktur. Nefret dolu gözleriyle, dişlerini gıcırdatarak, pazulu sağ kolunu karşısındaki heyete doğru kaldırıp yumruğunu sıkarak şöyle seslenir: „Siz hep böylesiniz, gücünüz sadece zayıflara yeter! Sizler faşistsiniz, teröristsiniz, işkencecisiniz! Sizin yaptığınızın sosyalizmle bir alakası yok, demokrasiyle hiç değil. Bu keyfiliktir, modern engizisyondur. Ama Allaha şükür günleriniz sayılı. Sizi kimse istemiyor, bütün halk size karşı. Bu yüzden bana ne ceza vereceğiniz umurumda bile değil. Benim gözümde siz mahkeme değilsiniz. Sadece Kasperl tiyatrosusunuz. Bütün bu yaptıklarınızın adaletle, hukukla zaten hiç ilgisi yok. Bu yaptığınız terördür. Bu terör bile benim batıya geçmeme engel olamayacak. Sonra sıra size gelecek. Burada oturanlara… hâkim, savcı, jüri herkese… Salzgitter’de hakkınızda suç duyurusunda bulunacağım. Ve bir gün, normal şartlar geri geldiğinde şahsen sizi ait olduğunuz yere göndermek için ne gerekiyorsa onu yapacağım. Kül vazosuna!“

Tabii mahkeme heyetine çok ağır gelen bu sözler üzerine hakim yırtınırcasına bağırır: „Atın dışarı bu mahluku!“

Duruşmadan kısa süre sonra üçlü toplanır. Stasi elemanı fazla uzatmaya gerek olmadığını söyler. Gayet rahat biçimde çaylarını yudumlarken verilecek kararı konuşurlar. Beş altı yıldan başlayıp en yüksek ceza olan on yıl vermeyi teklif ederler. Hatta Stasi elemanı, söylediği sözlerden ötürü başka bir (lastik) kanun maddesiyle irtibatlanınca beş yıl daha üzerine eklenebileceğini hatırlatır. Bunun üzerine hâkim, savcı ve Stasi elemanı tam 15 yıl cezada karar kılarlar. DDR sosyalist cennetten kaçmaya teşebbüsün bedeli olarak…

Sonuçta düşünceden korkan Stasi, düşmanlaştırdığı rakiplerini karanlıkla ve bedenî eziyetlerle susturmaya, dize getirmeye çalışsa da başarılı olamadı ve Nazilerle birlikte tarihin kapkara sayfasına girip, çöplüğüne atıldılar. Fakat Stasi’nin insan yerine koymadığı Mahkûm 46, gerçek adıyla Alexander Richter şerefiyle, insanca yaşamaya devam ediyor.

Stasi rejiminin mahkumiyet belgesi „Halk adına karar“ diye başlıyor. Halk adına, halk nazara verilerek nice cinayetlerin ve zulümlerin işlendiğini artık tarih yazıyor. Hem de Alexander Richter gibi birinci ağızlardan.

Gerhard Beyi 15 yıl önce evime davet etmiştim. O da beni Mahkûm Kütüphaneleri Derneği’nin yıllık toplantısına… Oysa bu basit davetin arkasında Alexander Richter gibi Stasi zulmüne maruz kalan bir şahsiyetle tanışmak varmış. Samimi ufak bir adım, bereketli birçok neticeyi doğurur. Hayat bir yönüyle böyle güzelliklerle doludur. Bu güzellikler ki bizi hayata bağlar… Aynen hayatından iki buçuk yıl çalan Stasi zulümle anılıp lanetlenirken, Alexander Richter’in insana faydalı olmayı, etrafına güzellikler dağıtmayı sürdürdüğü gibi…

Muhammet Mertek

Letzte Aktualisierung: 25. Januar 2017
Zur Werkzeugleiste springen