Makaleler

Kazablanka’dan izlenimler

Bir haftadır Kazablanka’daydım, Fas’ın en büyük kentinde. Tarihten yoksun, ama güzel bir coğrafyayı barındıran Atlas Okyanusu kıyısında. Fas kralı II. Hasan’ın, 38 yıllık iktidarında (1961-1999) yaptırıp adını verdiği muhteşem cami göz kamaştırıyor! Kral, soymuş ama çalışmış da, yollar, barajlar yaptırmış, İsrail-Filistin arasında arabuluculuğa bile soyunmuş!

Müslüman memleketlerin kaderidir, bu şehir de nasiplenmese eksik kalırdı. Zengin-fakir, sefahat-sefalet arasındaki makas bu kadar mı açık olur, birader? Ortası yok mudur bu işin, akıl almaz.

Parası sebil olanlarla, parasızlıktan rezil ortamlarda yaşayanlar arasında sadece birkaç sokak var. Toplumun bir kısmı mağara şartlarında hayat sürüyor, diğer kısmı Manhatten. Bir tarafta kaderine terk edilen yığınların barındığı beyaz badanalı, iç içe, ufacık binlerce evin bulunduğu pislikten geçilmeyen dar sokaklar, diğer tarafta Almanya’da bile pek rastlanmayan lüks arabalar, motosikletlerin cirit attığı, modern binalarla kaplı caddeler.

Ancak herkes memnun görünüyor hayatından. Mağaradakilerin tek sığınağı ve teselli kaynağı inançları. Ticari takside radyo, tevekkül üzerine ayet ve hadislerden derlenen bir demet sunuyor. Din insanların gazını alıyor, kanaatkârlık pompalıyor. Yöneticilerinden fazla bir talepleri de yok belki bu sebepten. Ya varoşlarda yaşamak kader deyip acının erdemine inanmışlar ya da ‘devlet baba’ ne verirse razılar. Nasılsa mağaradan dünya standartlarını anlamak ışık yılı uzak.

Refahın sefasını sürenler içinse din, sadece birkaç ritüelden ibaret. Bunlar da tüketim ve zevk dünyalarının içinde biraz sos görevi görüyor o kadar.

Okyanus kıyısındaki görkemli II. Hasan Cami, diğer adıyla ‘Halkın Camisi’ bütün kesimlerin ortak değeri gibi duruyor. Cami 1993’te resmen açıldığında cesaretli muhalif bir grup II. Hasan ismini silip, üzerine halkın vergileriyle inşa edildiğinden ‘Halkın Camisi’ yazmışlar. Dünyanın en büyük üçüncü camisi. Minaresi ise en büyüğü. Ne kadar görkemli olursa olsun ısınamadım doğrusu. Gelişmemiş bir toplumdaki duruşu acayip kaçıyordu. Sırıtıyordu sanki, hemen iki sokak ötesinde geri kalmışlığın bütün özellikleri yaşanırken… Krallar, despotlar, diktatörler böyledir. Muhteşem bir eser dikerek ebedileşeceklerini zannederler. Fakat toplumsal realiteler ve tarih karşısında nasıl anılacaklarının farkına bile varmazlar saraylarından. Onların tek derdidir, dünyanın en büyük eserlerinden inşa edip cerbezeyle yığınları mobilize etmek… Nitekim birçok insan, yüzlerce milyon doların, topyekûn ülkeyi kalkındıracak yatırımlara değil de, niçin bu göz kamaştırıcı esere gömüldüğünü görmez, görse de sorgulamaz.

Ne de olsa tevekkül içinde olmak gerek. Elbette kralın bir bildiği vardır. Allah devletimize, kralımıza zeval vermesin. Yoksa halimiz nice olur. Bak ibadetlerimizi rahatlıkla yapıyoruz, medyadan her gün ayetler, hadisler dinliyoruz ya…Hem caminin maddi getirisi de var; her turist ziyaret için 12 avro ödüyor ya. Nasılsa yığınların aklını çelmek, çelik çomak oynamak kadar kolay.

Hem kral bu camiye kaç paracık dökmüş ki? Yaklaşık 900 milyon dolar. Kişi başına düşen yıllık millî gelirin 2500 dolarda seyrettiği, işsizliğin yüzde yirmiyi aştığı, fakirlik oranının yine yüzde yirmilere tırmandığı, nüfusun yarıdan fazlasının okur yazar olmadığı bir dönemde… Canına minnet! Ya böyle bir yapının maksadı ne ola ki? Elbette krallık veya diktatörlükle yönetilen ülkelerde olduğu gibi mega projelerle yığınların gazını alarak krallığın hazzını yaşamak…

Caminin içinde alışık Arapça büyük levhalar bulunmuyor. Ortadaki bir sütunda kralın soy seceresi yer alıyor, hem de altın harflerle. Secerede kralın soyunun Hz. Muhammed Aleyhisselama dayandığı gösteriliyor. Fakat seyyitlik yeterli gelmemiş ki Amerikan Rotary Club’üne de üye bu kral! Hakkını teslim edelim; caminin içi de dışı gibi muhteşem. Sanat tarihçisi uzmanların belki kitap hacminde değerlendirmelerde bulunacakları kadar harika ve halkın da övünç kaynağı bu cami.

Faslıların bir kısmı II. Hasan döneminden kalma despotik uygulamalardan rahatsızlık duyar. Arap halklarının hasretle beklediği ‘bahar’dan nasiplenmek ister. Durumun ciddiyetini anlayan oğul kral 6. Muhammed bazı alanlarda verdiği reform sözünü tutunca görüntüde halk sevmeye başlar! Beklentiler yüksek, yüksek dediğim medeni dünyanın normal standartları kadar olmayınca halkı kafalamak çocuk oyuncağı. Birazcık dinî ve millî duyguları okşamak yeter de artar bile. Despotlar iyi bilir bunu. Bir iki tane cami, baraj, köprü, yol, havaalanı mega proje olarak diktiğin zaman, iş tamamdı. Yığınlar kendini bunlarla hemen özdeşleştirir, ezik ve eksik kimliğine değer katar ve sizi baş tacı yapıverir. Medeni dünyanın hayat standartlarından zihnen kopuş da böylece başlar. Halkın ekseriyeti cep telefonu kullanarak, sıkça McDonalds’lara yolunu düşürerek veya arasıra yapılan profesyonel bisiklet yarışı gibi etkinliklerle medeni dünyanın parçası olduğunu zanneder.

Nasıl olsa kocaman okyanus, güzelim dağlar, kıyılar, kumsallar, bolca güneş, harika iklim hepsi var… İkindi sonrası kaldırımlara akın edip bu güzelliklerin tadını çıkarmak… Okyanusun öğleye kadar biraz daha geri çekildiğinde oluşan geniş kumsalda doyasıya top koşturmak. Bir şekilde özgürlüğü yaşamak… Yaşam kalitesi modern dünyanın epey altındaymış, ülke İnsanî Gelişim Endeksi’ne göre 129. sıradaymış, kime ne?

Müslüman memleketlerdeki değişmez manzara… Dünya standartlarında demokrasi, hukuk, etik, insan hakları, özgürlükler, eğitimde adalet, çevre bilinci, teknik ve sosyal altyapı, sağlık hizmetleri, bilim ve teknoloji üretimi gibi alanlar ne halkın gündeminde ne de geçer akçe… TV ve radyolardan dinî ve millî duyguları coşturu yeter, ne gerek var bunlara! Hele hele şu üç beş günlük dünyada lafı mı olur bunların!

Yaşasın biricik kralımız! Neticede ‘Tanrının toprakları’ (Berberice Murakuş/Marokko) ona emanet… Halk iradesi de devlet idaresi de onun şahsında hayat buluyor ya, gerisi angarya!

Letzte Aktualisierung: 11. Dezember 2021
Zur Werkzeugleiste springen