Makaleler

Batı ‘düstur-u cidal’ kavramında ısrarcı mı?

Bir düşünce genellikle belli bir zaman diliminde, belli bir içerik kazanarak bir söz kalıbına dökülür. Bu kalıp veya bakış açısı, zamanla yaşanan değişimler ışığında kritiğe tabi tutulmadan devam ettirilirse yanlış yorumlara yol açabilir. ‘Düstur-u cidal’ kavramında olduğu gibi…

Geçenlerde böyle bir bakış açısına rastladım. Yazıda alıntılanan kısım şöyleydi: “Ehl-i dünyanın bütün muazzam meseleleri, fâni hayatta zalimane olan düstur-u cidal dairesinde, gaddarane, merhametsiz ve mukaddes dinî hakikatleri dünyaya feda etmek cihetiyle, kader-i İlahî onların o cinayetleri içinde onlara bir manevi cehennem veriyor.”  

Emirdağ Lâhikası’nda (1944) geçen bu ‘düstur-i cidal’ kavramı yazıda parantez içinde “‘Hayat mücadeleden ibarettir’ diyen evrimcilerin bir prensibi” şeklinde açıklanıyor. İtirazım bu kavramın Lâhika’da geçmesine değil, o zamanki anlamının hala geçerliymiş gibi kullanılmasına… Çünkü o dönemde popüler olan bu kavram, belli çevrelerde kabul görüyordu ve Lâhika’daki eleştiri de haklı olarak bu anlayışaydı. Mesela zamanla Alman toplumu, faşizmin vahşi yüzüyle de yüzleşerek bu anlayışı önemli ölçüde terk etti.

Nitekim sosyal darwinizm teorisine ait ‘düstur-i cidal’ kavramı, Darwin’in biyolojik olarak tanımladığı ‘doğal seleksiyon’ tezinden hareketle sosyal alana yönelik bir çıkarımdı. Yani seleksiyon (elenme), biyolojik alandan genişletilerek sosyal alana aktarılmıştı. Bu çıkarımı yapanlar, Darwin ismine atfedilse de gerçekte O. Schmidt, H. Spencer, T. Malthus gibi başkalarıydı. Tartışmaya açık yanlarıyla birlikte bu tez, 1930’lu yıllardan İkinci Dünya Savaşı sonlarına kadar oldukça popülerdi. Ayrıca faşist zihniyete sahip çevrelerin, özellikle Nazilerin bu kavram temelinde ırkçı tezlerini güçlendirmeye çalıştıkları biliniyor. Zayıflar ve başka kültürden insanlar kendi öz toplumlarından dışlanmalıydı. Yani dönemin faşist ruhu, merhametsizlik içeren bu tezi kendi mayasında kullandı. Günümüzde Neonazilerin bir söylemi olarak nitelendirilmesinin arkasında bu yatıyor. Almanya’da az sayıda da olsa sosyal darwinizm düşüncesini savunan seçmenler birçok partide bulunuyor.

Demem o ki sosyal darwinizme ait ‘düstur-u cidal’ kavramı, Said Nursi’nin yaşadığı dönemde gündemde olduğundan ‘ehl-i dünya’nın veya modern medeniyetin bir düsturu şeklinde ele alınmış olabilir. Ancak faşizmin getirdiği acılardan sonra bu tez; ağırlıklı olarak faşist, aşırı sağcı ve Neonazi çevrelerle sınırlı kalmıştır.

Otoriter Dinamikler başlıklı bilimsel bir araştırmada (Heinrich Böll Vakfı, 2020), aşırı düşüncelerin partilere göre dökümünün yer aldığı istatistikte sosyal darwinizmi savunanların oranı şöyle: CDU/CSU (Hıristiyan Birlik Partileri) %1,7; SPD (Sosyal Demokrat Parti) 2,1; Hür Demokrat Parti (Liberaller) 0,0; Sol Parti %0,8; Yeşiller %0,8; AfD (aşırı sağcı parti) %5,9 ve seçmen olmayanlar %2,2.

Buna göre Neo-Nasyonal Sosyalist İdeolojisi başlığı altında yer alan sosyal darwinizmi savunanların toplam oranı Almanya’da %14 civarında.

Şimdi bu gerçeği görmezden mi geleceğiz? Nursi tarafından 1944’lü yıllarda kullanılan kavramın anlam kalıbını genişleterek bugünkü Batıya mal etmek ne kadar doğrudur? Her ne kadar sosyal darwinist anlayış genellikle aşırı sağcılarla birlikte biraz da zenginler arasında yaygın olsa da. Belli ki zenginler, kendilerini çok başarılı gördükleri ve para kazandıkları için bu tezi benimsiyor.

Hal böyle iken; ‘düstur-u cidal’ kavramını hala ‘ehli dünya’nın ve evrimcilerin bir tezi/görüşü olarak değerlendirmek, kavramın günümüzdeki karşılığıyla örtüşmüyor. Aslında bu yaklaşım, muhafazakâr çevrelerde sıklıkla yapılan hatalardan biridir. Şahıs kültü veya fetişizminin de etkisiyle birçok düşünce ve yaklaşım kritiğe tabi tutulmaksızın devam ettirilmeye çalışılıyor. Oysa kavramın semantik çerçevesi ve anlam alanı veya etkisi çoktan değişmiştir ama fark edilmez. Anlam kaymaları dikkate alınmadığında da yanlış anlamalara ve akıl yürütmelere yol açıyor.

Dahası sosyal darwinizmdeki kavga/mücadele genel geçer prensip olsaydı, Alman anayasasının temelini oluşturan dayanışma, tolerans ve fırsat eşitliğinde hakkaniyet gibi önemli ölçüde uygulanan kavramlar nasıl izah edilebilir? Kaldı ki Nazi faşizmiyle yüzleşen, yeni dersler çıkararak yüzleşmeye devam eden Almanya, insanlığa çok acılar yaşatan bu anlayışları ajandasından temizleyerek hümanist bir ruhla yeni bir devlet ve toplum inşa etmeyi başardı. Ayrıca Almanya İç İstihbaratı (Verfassungschutz) ırkçılığı, antisemitizmi, milliyetçiliği, çoğulculuk karşıtlığını ve sosyal darvinizmi Neonazilerin temel ideolojik kavramları olarak görür. Bu açılardan bakıldığında 1930’lu, 40’lı yıllardaki faşist anlayışa itiraz olarak söylenmiş bir sözü, bugünkü Almanya’ya veya Batıya mal ederek yorum yapmak insafsızlık olmaz mı?

Muhammet Mertek

 

Letzte Aktualisierung: 26. Dezember 2022
Zur Werkzeugleiste springen