Makaleler

Toplumsal Kutuplaşma Nasıl İşliyor?

Hollandalı felsefeci Bart Brandsma ile toplumdaki kutuplaşma ve muhtemel çözüm önerileri üzerine söyleştik.

Bart Brandsma ile 2020 yılında Mannheim’da tarihi ve modern yapıyı bir arada barındıran Rosengarten (Gülşen) isimli kongre merkezinde düzenlenen ‘Sınırsız Selefilik – Sınırsız Ön Tedbir’ başlıklı bir programda tanışmıştım. Son yıllarda dinlediğim en ilginç ve önemli sunumlardan biriydi.

‘Kutuplaşma’ kavramını ve karmaşık mekanizmasının nasıl işlediğini enine boyuna ele almıştı.

Kutuplaşmada karşı karşıya gelen iki figürle (iticiyle), bunları destekleyen taraftarlar var. Buna göre kutuplaşma, ‘Biz ve onlar’ düşüncesinin dinamik hale gelmesidir.

Kutuplaşma olayı; ister Hong Kong, Lübnan, isterse Hollanda, Mannheim olsun fark etmez, her yerde aynı şekilde işler. Nerede olduğu fark etmeden, her yerde aynı şablona göre meydana gelir.

Daha sunumu yaparken mutlaka Bart Brandsma ile bir röportaj arzusu belirmişti içimde. Orijinal şeyler söylüyor, kutuplaşmanın sebepleri ve radikalleşme gibi toplumsal yaralara parmak basıyordu. Onu dinlerken bir yandan da sormak istediğim sorular üşüşüyordu aklımda.

Niyetimi ilettikten sonra röportaj teklifimden memnuniyet duyduğunu belirtmişti. İki yıl kadar önce Almancasını yayınlamıştım. Kısmen veya yoğun biçimde kutuplaşmanın yaşandığı, toplumun ikiye bölündüğü ülkelerde barış içinde birlikte yaşamaya ufak bir katkısı olur temennisiyle buyurun…

 

Muhammet Mertek: Brandsma Bey, bilgilendici ve etkileyici bir sunum yaptınız. Değişik kutuplaşma biçimlerinden bahsettiniz. Nelerdi bunlar?

Bart Brandsma: İlginiz için teşekkür ederim. Belirttiğim gibi değişik şekilleri var kutuplaşmanın. Her yerde vuku buluyor; Müslümanlarla gayrimüslimler, halk ile elitler arasında, hatta ailelerde de… Örneğin benim ailemle eşimin ailesi arasındaki gibi…

Mertek: Kutuplaşmanın nasıl meydana geldiğini gösteren belli kurallar vardı. Biraz açar mısınız?

Brandsma: Evet, kutuplaşma üç temel kuralla birlikte oluşur. Evvela bir fikir yapılaşması var: Biz ve ötekiler düşüncesi… Mesela, mülteciler ve Almanlar gibi. İkincisi; kutuplaşmanın bir yakıta ihtiyacı var, yani beslememiz gereken fikir yapılaşması için besine. Üçüncüsü; kutuplaşma (içgüdüsel) bir hissiyat yumağıdır, yani duyguların devreye girmesiyle meydana gelir. Akılcı düşünceyle bir alakası yoktur. Yani kutuplaşma, beslenmeye muhtaç ve içgüdüsel bir fikir yapılaşmasıdır. Bunlar kutuplaşmanın temel ilkeleridir.

 

 

Mertek: Sunumunuzda bir şema çizdiniz ve buna göre kutuplaşmanın aktörlerinden bahsettiniz. Burada kim hangi rolü üstleniyor, kısaca anlatır mısınız?

Brandsma: Her kutuplaşmada itici aktörlerin (Pusher) rolü vardır. Bunlar her iki kutupta da kutuplaşmayı besler. Yani itici besin sağlar. Örneğin Donald Trump bir iticidir; ona göre, bütün Meksikalılar tembel köpeklerdir ya da bütün Müslümanlar terörist.

Dolayısıyla her iki taraftaki iticiler, kutuplaşma adına yeni yakıt/besin sağlamada aynı role sahiptir. İticiler her zaman yüzde yüz haklıdırlar. Hollanda’daki Geert Wilders, toplumun İslam’dan korunmasını ister. Bu onun idealidir. Sol Parti ise ırkçılığı durdurmak ister. Bu, iticinin enerjisidir. Karşı taraftan kendilerine uygun bir imaj yaratırlar.

Sonra her iki tarafta (iticilerin peşinden giden) takipçiler yer alır. Her zaman derler ki; “Ben itici gibi değilim ama o biraz haklı. Ben iticiye kulak veririm. Kendi aklımı kullanırım. İtici kadar aşırı değilim.” Takipçiler bir kez bir gruba katılmaya karar vermişse artık değiştirmek zordur. İtici aşırı hale gelip radikalleştikçe geçiş yapmaları daha da zorlaşır.

İtici ve takipçilerinden sonra üçüncü bir rol daha vardır; ortada kalanların rolü. Burada ne söylendiğini umursamayan insanlar vardır. Nemelazımcılar ortada durur. Örneğin “Ben kiramı ödemek zorundayım, iticinin ne dediği umurumda değil!” derler. Nemelazımcılar yanında angaje olan ve katmanlı düşünenler de vardır ortada. Bunlar iticilere kulak verir ve “Ben orta bir pozisyon almaya karar verdim” derler. Bir de bütün toplum kesimleriyle uyumlu hareket etmesi gereken savcı, belediye başkanı, güvenlik görevlisi gibi mesleki açıdan tarafsız kalma zorunda olan vatandaşlar var. Ancak bu kesim büyük bir dezavantaja sahiptir, genellikle susarlar. Yani tam ortada sessiz çoğunluk bulunur. İnsan ya çok zor görünür veya hiç görünmez.

Mertek: Pek hoş bir gelişme değil bu. Kutuplaşma durumunda insanların biraz daha rasyonel hareket edebilecekleri köprüler kurulamaz mı?

Brandsma: Ben de lafı buraya getirmek istiyordum. Elbette kutuplaşmada şöyle düşünen insanlara da rastlıyoruz: “Bu hiç iyi değil! Her iki tarafta da karşı taraftakilerle anlaşamayanlar var. Burada bir diyalog oluşmasını istiyorum. Aralarında bir köprü kurulmasını istiyorum.” Bunlar köprü kuruculardır. Örneğin birçok belediye başkanı kendilerini köprü kurucu olarak görür.

Mertek: Köprü kuruculardan beklenenler nedir?           

Brandsma: Her iki tarafta da karşı söylemler geliştirebilir ve böylece yakıt sağlayabilirler.

Örneğin burada mültecilerden nefret eden biri varsa “Bütün mülteciler buraya ceplerini doldurmaya geliyor” diyebilir. Bir köprü kurucusu, “Şimdi bazı gerçekleri açıklamam gerekiyor. Suriye’de savaş var. Korkunç resimleri görmedin mi? Sizce insanlar iphone sahibi oldukları için mi zenginler? Elbette onlarda da var telefon ama kaçarken ona ihtiyaçları var.” Köprü kurucu zıt gerekçelerle olayı izah etmek zorunda. “Sorun değil, başarabiliriz. Toplumumuza zenginlik katan çok sayıda yabancıların işlettiği restoranımız var” diyenler de var. Burada semt semt bile farklı problemler olabilir.

İticiler sürekli olarak kutuplaşmayı besler. Bununla birlikte köprü kurucuları birçok durumda kutuplaşmayı azaltır. Çünkü medya kameralarını iki tarafa da çevirir. Medya, bu mekanizma için bir rezonans odası gibidir. Yani bir kutuplaşma sürecinde dört rol vardır: Ortadaki sessiz çoğunluk, iticiler, onların destekçileri ve köprü kurucular. Burada mesele doğru ya da yanlış diye ele alınmaz. Mekanizma sadece kutuplaşmanın nasıl işlediğini gösterir. Nelson Mandela eskiden bir iticiydi ancak hayatının sonlarına doğru bir köprü kurucu oldu.

 

 

Mertek: Kutuplaşma zamanlarında eğer potansiyel köprü kurucular da korkarsa, bu işlevi istemez veya yerine getiremezse bu sorunu nasıl çözebiliriz?

Brandsma: Köprü kurucuları ancak iki taraf diyaloğa açıksa etkili olabilir. Korku ve düşmanlık bu ortamda bir çelişkidir. İngilizce kitabımda (www.polarisatie.nl) dört aşamadan bahsediyorum: Önleme, müdahale, arabuluculuk, uzlaşma. Diyalog ve köprü kurucuların çalışmaları ancak önleme, arabuluculuk ve uzlaşma aşamasında etkilidir. Benim tahminime göre örneğin Türkiye gibi bir ülke şu anda bu üç aşamadan herhangi birinde değil. İnsanlar hala çatışmaya yatırım yapıyorsa diyaloğun hiçbir etkisi olmaz ve her iki tarafta da sadece monolog hakimdir.

Mertek: Peki başka pozisyonlar var mı?

Brandsma: Evet, kutuplaşma genişlediğinde ve iki büyük kampa ayrılıp aşırı hale geldiğinde beşinci bir pozisyon daha var. Ortada kalmak mümkün olmadığında her kampın kendi takipçileri birbirleriyle iletişim kurar. George Bush’un bir zamanlar dediği gibi, “Ya bizimle ya da bize karşı!“ O zaman orta yol ortadan kalkar. Bu, iç savaşı karakterize eden bir görüntüdür.

Ortada duranlar günah keçisi konumuna gelir. İticiyi -beriki ya da öteki- takip etmeyenler, günah keçisi olur. İticinin nefret ettiği tek pozisyon budur. Çünkü bu onun hedef kitlesidir. “İslam Devleti” örgütü merkezi ikiye böldü. Merkezdeki bu bölünme radikalleşmenin habercisidir.

Mertek: Toplum bölünme, yani kutuplaşma ile radikalleşiyor, radikalleşme yoluyla da bölünüyor. Bu bir kısır döngü değil mi?

Brandsma: Evet, öyle.

 

 

Mertek: O zaman sorunu nasıl çözebiliriz? Toplumu çok bunaltıcı bir atmosfer kuşatıyor.

Brandsma: Burada dört faktör var. Kutuplaştırmak istiyorsanız, kimlik hakkında çok konuşmanız, kimliği öne çıkarmanız gerekir. İticiler bunu zevkle yaparlar. Ortadaki adamın çıkarının ne olduğunu bilmek zorundasınız. Birinci faktör, bireyin kimliğidir. İkincisi, ortadaki, yani hedef kitle ile ilgilidir. Merkezi güçlendirirken kutuplardan da başka insanları devşirmenin yollarını aramalıyız. Orta yerde bir diyalog bulmalıyız. Kutuplaşmayı azaltmak ancak merkezin güçlendirilmesiyle mümkün.

Üçüncü faktör pozisyon değiştirmektir. Dördüncü faktör ise mesajların tonunu değiştirmektir. Ilımlı bir üslup kullanmalıyız. İticiler monolog yaparlar. Fakat bizim iletişim bağlantılarına ve diyaloga ihtiyacımız var. Bu dört faktör, bilişsel çerçeveyi oluşturur.

Mertek: Sayın Brandsma, kutuplaşmada iki itici güç var dediniz. Örnek olarak da de facto tek adam rejiminin hüküm sürdüğü bir ülkedeki durumdan bahsettiniz. Ancak iki itici arasında denge yoksa ne olacak? Bir itici, örneğin bir despot, bir devlet aygıtının gücüne sahipse, diğeri de destekçilerinin takibata uğradığı sadece bir sivil toplumu veya dini, etnik bir topluluğu temsil ediyorsa kutuplaşma argümanları bu durumda da geçerli midir? Mesela dezavantaja sahip sürgün insanlar, bir itici tarafından ülkedeki tüm olumsuz gelişmeler için günah keçisi olarak gösterilse ve tek sesli medya marifetiyle halkın çoğunluğu da onları günah keçisi olarak görse, gerçekte ne yapılabilir ki? Sadece günah keçisi değil, terörist veya vatan haini olarak lanse edilse halk bunu nasıl fark edebilir ki?

Brandsma: İticiler arasında neredeyse hiçbir zaman bir denge yoktur, tek adam rejiminde hiç olmaz. Her despot rakibini yaftalamak, kutuplaşmaya yakıt sağlamak, muhaliflerini terörist veya hain olarak göstermek için medyada bütün kutuplaşma mekanizmalarını kullanır.

Mertek: Son sorum Almanya ile ilgili. Alman medyasının kullandığı dil, genellikle (gizli) bir kutuplaşma içeriyor. Entegrasyon tartışmalarında “göç geçmişi olan veya olmayan çocuklar” gibi ifadeler var. Kutuplaştırmadan kaçınmak için medyada veya günlük hayatta nelere dikkat edilmelidir? Çünkü bu yaklaşım sadece dışlama duygusunu pekiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda yerel toplumda olması gereken bir ‘biz duygusu’nu ve sağlıklı bir kimlik arayışını da engelliyor. Tabi ki bu olumsuz deneyimlerin çoğalması, toplumu bölmek isteyen bir iticinin başarılı olmasını da sağlayabilir. Bu konuda ne dersiniz? Genel olarak bu tür kutuplaştırıcı söylemlere karşı nasıl hareket edilebilir?

Brandsma: Önemli bir nokta. Bence sadece kimliğe değil, her şeyden önce sadakate (Loyalität) dikkat edilmeli. Medyada kimliğin bir numaralı gündem olmaya devam etmesi dikkat çekici. Sadakat ise topluma katkıda bulunmak ve vatandaşları birbirine bağlamakla ilgilidir. Entegrasyon için bir kriter olarak sadakati öncelemek önemlidir. Bağlılığı sadece kendi ailesine ve paraya karşı hisseden Almanlar var. Orada entegrasyon pek mümkün değil. Fakat kendini ailesi ile sınırlandırmayan, daha kapsayıcı hedefler için çalışan, iş yerinde ve başka yerlerde çeşitli katkılarda bulunan Almanlar da var. Entegrasyon kavramının yeniden bir tanımı gerekiyor: Özgünlüğünüzü, kimliğinizi, yeteneklerinizi ve becerilerinizi gösterebilmek için diğer insanlarla bağlantı kurabileceğiniz bir ortama ihtiyaç var. Bu bağlantılar oluşurken kimsenin kimliğinden veya dininden vazgeçmesi söz konusu değil. İşte bu bağlantı sayısı, gerçek entegrasyon görevidir. Bir kişinin herhangi bir bağlantısının olmaması göç geçmişine sahip olmakla alakalı zannediliyor. Göç geçmişi olmayan bazı Almanlar da diğerleri gibi bu konuda sorun yaşıyor ki o zaman da bir entegrasyon eksikliğinden bahsedilebilir. Peki ne yapılabilir? Kimlikten sadakate doğru entegrasyon söylemlerini yeniden şekillendirmeye yönelmekle işe başlanabilir.

Mertek: İlginiz ve zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

Brandsma: Çabalarınız için ben teşekkür ederim.

 

Not: www.polarisatie.nl web sitesindeki İngilizce olarak yayınlanan “Polarisation” kitabında, kutuplaşmanın üç temel kuralı, aktörlerin beş rolü ve kutuplaşmayı azaltmanın dört faktörü uzun uzadıya anlatılmaktadır.

 

Letzte Aktualisierung: 2. Dezember 2023
Zur Werkzeugleiste springen